28 Nisan 2008 Pazartesi

Pahalıya mal olan sonuç ve bozulan düzen...

Bir sezonun toplam muhasebesinin görüleceği, meyvesinin yeneceği bir maçtı dün akşam oynana derbi. Bu sezon Fenerbahçe final maçlarının neredeyse tamamını iyi oynayarak kazanmış bir takım olarak çıktı Ali Samiyen'e, beklenti tecrübe ve kalite üstünlüğüne birde bu yıl çok başarılı geçen Avrupa serüveninden eklenen öz güven duygusu ile Fenerbahçe ağırlıklı bir oyunun izleneceği yönünde idi. Ancak olmadı, Galatasaray neredeyse oyunun her dakikasında rakibine üstün olan taraftı ve dün daha çok isteyen kazandı.

Esasen Fenerbahçe'ye 28. Hafta da oynanan ve C.Kazım'ın yıldızlaştığı Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi çok pahalıya mal oldu. Toz kondurmadığım Zico, Kazım'a yer açmak için Fenerbahçe'nin sezon başından bu yana tıkır-tıkır işleyen düzenini bozdu ve geçen senenin istenmeyen adamı Deivid'i, efsaneleştiği sağ açık pozisyonundan sol açığa kaydırarak, Fenerbahçe'nin etkili işleyen iki kanadının da verimini düşürdü.

İlk etapta bu Chelsea karşısında elenmeye, Şampiyonlar Ligin'de yarı finale, son aşamada da belki bir Şampiyonluğa mal oldu. Kalan 2 hafta Turkcell Süper Lig'de çok şeye gebe gibi görünse, 2007-2008 sezonu bir çok açıdan 2005-2006 sezonunu hatırlatsa da, Adnan Polat gerçeği, Türk Futbolu'nun neşter vurulamayan kronik sorunları, İBB maçı gibi taze bir örneğin karşımızda bulunması bize gösteriyor ki, Lig dün Şampiyonluk yarışı açısından bitti. Galatasaray'lı dostları şimdiden tebrik ederim.

Aksi sonuç benim için büyük süpriz olur ve bu sezonun, sıralamada sezon sonu yeri ne olursa olsun tsl açısından en başarılı ve flash takımı Sivasspor'un bataklıkta açan bir gül olduğu gerçeğini tesçiller...

22 Nisan 2008 Salı

Neler oluyor diye sorma, parçaları birleştir-2


28) Amerikan halkı 7 Kasım 2000 tarihinde başkanlık seçimi için sandık başına gitti, ancak Amerikan’ın 43'üncü başkanını halk değil ABD Yüksek Mahkemesi’nin iki’ye karşı yedi oyla aldığı karar belirledi, başkan George W. Bush oldu.

29) 19 Şubat 2001 tarihinde Türkiye, etkileri sarsıcı ekonomik krizi tetikleyen siyasi bir krizle çalkalandı. Milli Güvenlik Kurulu toplantısı öncesinde dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakanı Bülent Ecevit arasında geçen tartışma şiddetlenince Ecevit toplantı salonunu terk etti. Kameralar karşısına geçen Ecevit “Bu ciddi bir krizdir” açıklaması yaptı.

30) 1 Mart 2001 tarihinde Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, Başbakan Bülent Ecevit'in daveti üzerine Türkiye’ye geldi, bir gün sonra geniş yetkilerle ekonominin başına getirildiği kamuoyuna açıklandı.

31) 11 Eylül 2001’de, tarih’e 11 Eylül Saldırıları olarak geçecek ve ABD kamuoyu kadar bütün dünyayı şaşırtan, terör saldırıları yaşandı. Resmi açıklamalarda saldırının kaçırılan 4 yolcu uçağı ile gerçekleştirildiği, iki uçağın Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kulelerine, birinin Pentagon’a saldırı için kullanıldığı, son uçağın ise Pensilvanya üzerinde düştüğü açıklandı. Gerek Pentagon gerekse Pensilvanya’da olay mahallinde herhangi bir uçak enkazına rastlanmadı. ABD saldırılardan Usame Bin Ladin'i ve lideri olduğu El Kaide örgütünü sorumlu tuttu. 7 Ekim 2001 günü Afganistan’ı işgal operasyonu başladı.

32) 4 Mayıs 2002 tarihinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Başbakanlık’taki makamında çalışırken rahatsızlanarak, Başkent Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Yapılan kontrollerde Ecevit’in bağırsak iltihaplanmasından dolayı sancılandığı bildirildi. Ecevit, 26 saat kaldığı hastaneden 5 Mayıs 2002 günü taburcu oldu. Ecevit'in rahatsızlığı ile ilgili bir rapor hazırlayan DSP'li Milletvekilleri Dr. Mustafa Güven Karahan ve Dr. Gaffar Yakın, "Ecevit, bağırsak enfeksiyonu değil, kortizon nedeniyle iç kanama geçirdi. Yanlış tedavi yüzünden ölümden döndü" dediler.

33) 14 Mayıs 2002 tarihinde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, hükümetin sorunları çözme konusunda zorlandığını belirterek, "Bence erken seçim sonbaharda yapılabilir" açıklaması yaptı.

34) Bülent Ecevit, 17 Mayıs 2002 günü sabah saatlerinde yeniden Başkent Üniversitesi Hastanesi’ne gitti. Ecevit, 11 günlük tedavinin ardından 27 Mayıs 2002 günü taburcu oldu.

35) 07 Temmuz 2002 tarihinde Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli sürpriz bir açıklama yaparak 3 Kasım 2002’de erken seçime gitmeyi önerdi.

36) 3 Ağustos 2002 tarihinde Yüksek Askeri Şura kararları açıklandı. Orgeneral Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olurken, teamüller gereği Orgeneral Özkök'ten boşalan Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na en kıdemli orgeneral olan Halit Edip Başer'in getirilmesi beklenirken, bu göreve sürpriz şekilde Jandarma Genel Komutanlığı'nda iki yıllık görev süresini tamamlayıp emekliliğini bekleyen Orgeneral Tahir Aytaç Yalman getirildi ve Başer emekli edildi. Bu durum Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde bir ilkti. Tahir Aytaç Yalman’dan boşalan Jandarma Genel Komutanlığı'na Orgeneral Mehmet Şener Eruygur atandı.

37) 3 Kasım 2002 tarihinde Türkiye 22. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için sandık başına gitti. Genel seçim sonuçları siyasi tasfiye olarak nitelendirildi. 57. Cumhuriyet hükümetini oluşturan siyasi partilerin tamamı seçim barajının altında kalırken, seçimin galibi, aldığı yüzde 34,43 oyla parlamentoda 365 sandalyeye sahip olarak tek başına iktidara gelen, 28 Şubat sürecinde ve sonrasında kapatılan iki parti ile aynı siyasi gelenekten gelen kadrolar oldu. 58. Cumhuriyet hükümetinin programı 28 Kasım 2002 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda güvenoyu aldı ve iş başı yaptı.

38) Necip Hablemitoğlu 18 Aralık 2002 tarihinde Ankara’da, Portakal Çiçeği Sokağı'ndaki evinin önünde suikasta uğrayarak yaşamını yitirdi.

39) ABD Irak'ta kitle imha silahı bulunduğu gerekçesiyle müttefiki İngiltere ile birlikte bu ülkeye saldırmaya hazırlanıyor, askerlerinin Türkiye sınırları içinde konuşlanması, Türk hava sahası ve limanlarının kullanımı için talepte bulunuyordu. Türkiye ve ABD arasında uzun süren görüşmeler sonucunda dönemin hükümeti, 25 Şubat 2003 tarihinde TBMM’ye tam adı “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkeresi” olan ve tarih’e 1 Mart Tezkeresi olarak geçen tezkereyi sundu. Tezkere 1 Mart 2003 tarihinde oylandı, oylamada 264 evet oyuna karşılık 250 hayır ve 19 çekimser oy kullanıldı. Salt çoğunluk olan 267 bulunamadığı gerekçesiyle tezkere TBMM tarafından reddedildi. Tezkere’nin reddi, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir dönüm/kırılma noktası oldu.

40) 20 Mart 2002’de ABD, müttefikleri İngiltere, İtalya, Polonya ve Avustralya'nın desteğiyle, halen devam eden ve Irak İşgali ya da 2. Körfez Savaşı olarak anılan operasyonu başlattı.

41) Takvimler 4 Temmuz 2003 tarihini gösterirken Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni ve büyük bir kırılma noktası daha yaşandı. Tarih’e Çuval Krizi/Hadisesi olarak geçen, Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargah kurmuş, bir binbaşı komutasında 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının, Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, bir baskın sonucu başlarına çuval geçirilerek gözaltına alınıp sorguya çekilmeleri hadisesi yaşandı.

42) 24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs'ta, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın sunduğu çözüm planı için referandumlar yapıldı. Referandum sonuçları, Kıbrıslı Türkler’in yüzde 65 oranında evet, Rumlar’ın ise yüzde 76 oranında hayır demesiyle sonuçlandı. İki taraf evet demediği için Annan Planı olarak anılan çözüm planı uygulanma şansı bulamadı.

43) 17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Birliği, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlamasını kararlaştırdı. Anılan tarihte Türkiye ile Avrupa Birliği arasında tam üyelik müzakereleri başladı.

44) 9 Kasım 2005’te Hakkari'nin Şemdinli ilçesi merkezindeki Özipek Pasajı'nda, eski bir PKK’lının işlettiği Umut Kitabevi'ne atılan bombanın patlaması ve bu olayın ardından başlayan gerginlik sırasında 2 kişinin öldüğü, 14 kişinin yaralandığı, Şemdinli Olayları olarak anılan hadise yaşandı. Bombayı attığı öne sürülen kişi bir PKK itirafçısıydı, kendisini bekleyen iki astsubayın içinde bulunduğu bir araçla kaçmak isterken halk tarafından yakalandı. Şemdinli Belediye Başkanı’nın telkinleri ile linç edilmek istenen üç kişi polise teslim edildi. Galeyana gelen halk tarafından kullanılmaz hale getirilen otomobilde yapılan aramada 3 adet Kalaşnikof marka uzun namlulu silah, el bombaları, bombalanan kitapevinin krokisi ve bölücü örgüt yanlısı kişi ve aşiret mensupları oldukları iddia edilen şahısların isimlerinin yer aldığı liste ele geçirildi.

45) Trabzon'da 5 Şubat 2006'da Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro, uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Saldırı’nın faili olarak 16 yaşındaki lise öğrencisi O.A yakalanarak tutuklandı.

46) Cumhuriyet Gazetesi’nin İstanbul Şişli’deki binasına, sonuncusu 13 Mayıs 2006 tarihinde olmak üzere bir hafta içinde üç bombalı saldırı düzenlendi. İlk iki saldırıda el, son saldırıda ise ses bombası kullanıldı. Cumhuriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız basına “Bir kişi Allahüekber diyerek bombayı attı kaçtı” açıklamasını yaptı.

47) 17 Mayıs 2006 tarihinde Türkiye, Danıştay II. dairesine Alparslan Arslan adlı saldırganın gerçekleştirdiği ve Danıştay İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in ölümü ile sonuçlanan silahlı saldırı ile sarsıldı. Olay basına, Arslan’ın Danıştay binasında üyelerin bulunduğu ek binada 5'inci kattaki müzakere salonuna girerken "Allah'ın askeriyiz, elçiyiz. Türban davası yüzünden cezalandırılacaksınız" diyerek ateş ettiği şekline yansıdı. Alparslan Arslan dışarı çıkarken binadaki güvenlik görevlisi polis tarafından etkisiz hale getirilerek yakalandı. Üzerinde Glock marka tabanca bulundu. Saldırı sonucu hayatını kaybeden Mustafa Yücel Özbilgin’in cenaze töreninde laiklik hassasiyetini vurgulayan sloganlar atıldı, iktidar mensubu siyasilere dönük protestolar yaşandı.

48) 27 Kasım 2006’da, Amerikan Newsweek dergisinin son sayısında yer alan, Zeyno Baran imzalı ve Türkiye’de 28 Şubat şartlarının oluşmaya başladığı savunulan bir makale ülke gündemine girdi. Makalede 2007 yılı içinde askerî müdahale ihtimalinin yüzde 50 olduğu ileri sürülüyordu. Makaleyi kaleme alan Zeyno Baran, ABD'deki Hudson Enstitüsü'nde Türkiye uzmanı olarak görev yapıyordu.

49) 19 Ocak 2007 tarihinde Agos gazetesi Genel Yayın Müdürü Hrant Dink, gazetesinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Hrant Dink’in katil zanlısı olarak yakalanan O.S’nin yaşının 18’in altında olduğu açıklanmıştı. Yapılan tetkikler sonrası O.S’nin kemik yaşının 19 olduğu 02 Ocak 2008’de açıklandı.

50) 13 Mart 2007 tarihinde Türkiye, Gazeteci Şamil Tayyar’ın köşesine taşıdığı, www.denizcilersitesi.com web sitesinde "Örnek Paşamızın Günlüğünden" başlıklı bölümde yayınlanan ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlüklerle sarsıldı. Özden Örnek, söz konusu web sitesindeki yayını mahkeme kararıyla durdurdu. Daha sonra Nokta Dergisi, 29 Mart 2007 sayısında, birkaç sayfası yayınlanan günlüğü, geniş kapsamlı olarak yayınladı.

Tutulan günlük notları 2003-2004 yıllarına aitti. Notlar, 2004 için tasarlanan Sarıkız, başarılı olamayınca sonrası için Ayışığı kod adlı iki darbe planından söz ediyordu. Günlüklerde, adı darbe lideri olarak geçen dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un yanı sıra, Kara Kuvvetleri Komutanı Tahir Aytaç Yalman, Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ön plana çıkıyordu. Bu dörtlü arasında iktidara karşı ittifak oluştuğu, ayrıca dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ten de oldukça rahatsız oldukları gözleniyordu.

51) Türkiye 2007 yılının Nisan ayına, darbe tartışmaları, aniden tırmanan terör eylemleri, Şehit Cenazeleri’nde yükselen protestolar ve yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi sıcak gündem maddeleri ile giriyordu. Bu süreçte Cumhuriyet Mitingleri olarak anılan, başkanlığını Şener Eruygur’un yaptığı Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) öncülüğünde düzenlenen bir dizi miting, ülke gündeminde bir numaraya oturdu. ADD tarafından düzenlenen mitinglerde protestoların ana hedefi, önceleri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın muhtemel, sonradan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığıydı. 14 Nisan Ankara Tandoğan Meydanı, 30 Nisan İstanbul Cağlayan Meydanı ve 13 Mayıs İzmir Gündoğdu Meydanında düzenlenen mitingler büyük kalabalıklara sahne oldu.

52) 18 Nisan 2007 tarihinde Malatya'da, Misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde kitaplar dağıtan Zirve Yayınevi'ni hedef alan, elleri ve ayakları arkadan bağlanmış ve boğazları kesilerek üç kişinin öldürüldüğü saldırı gerçekleşti.

53) 24 Nisan 2007’de Başbakan Erdoğan, partisinin Meclis grup toplantısında 11. Cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylarının Abdullah Gül olduğunu açıkladı. TBMM Genel Kurulu'nda ilk tur oylama 27 Nisan günü yapıldı ve ilk turda Cumhurbaşkanı seçilmek için aranan oy, tek aday Gül için sağlanamadı. Ana Muhalefet Partisi, oylama sonrası, Cumhurbaşkanı seçiminin ilk tur oylamasında 367 sayısına ulaşılamadığından hareketle, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Aynı günün gece yarısına doğru Genelkurmay Başkanlığı'nın web sitesine konan bildiri ile Türkiye, Asker’in Siyasi alana bu kez “sanal” müdahalesine tanık oluyordu.

54) 1 Mayıs 2007 tarihinde Anayasa Mahkemesi, Ana Muhalefet Partisi’nin itirazını ikiye karşı dokuz oyla geçerli bularak, kamuoyuna 367 meselesi olarak mal olan görüşü doğru buldu ve 367 şart dedi. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararının ardından Başbakan Erdoğan, partisinin merkez yürütme kurulunu acil topladı ve toplantı sonrası derhal erken seçime gitmek için TBMM'ye başvuracaklarını açıkladı. Seçim tarihi 22 Temmuz olarak belirlendi.

55) 22 Mayıs 2007’de, Ankara Ulus'ta bir Terör saldırısı meydana geldi. Anafartalar Çarşısı'nda akşam saatlerinde canlı bomba kullanılarak gerçekleştirilen saldırı sonucu 6 kişi hayatını kaybetti.

56) 12 Haziran 2007 tarihinde bir ihbar üzerine, İstanbul Ümraniye Çakmak Mahallesi Güngör Sokak’taki bir gecekonduya düzenlenen operasyonda 27 el bombası ele geçirildi. Evde bulunan kasanın 30 el bombası kapasiteli olması üçünün kullanılmış olabileceğini düşündürüyordu. Yapılan inceleme ve derinleşen soruşturma sonucu, Ümraniye’de ele geçirilenlerle aynı serideki bombalarla Türkiye’nin değişik bölgelerinde 14 saldırının gerçekleştirildiği belirlendi. Bu saldırılar arasında Cumhuriyet Gazetesi'ne yapılan bombalı saldırılar da yer alıyordu. Ele geçirilen bombaların üzerinde yapılan parmak izi tespit çalışması sonucunda bombaların emekli Astsubay Oktay Yıldırım'a ait olduğu tespit edildi. Üstelik Cumhuriyet Gazetesi’ne dönük bombalı saldırılarının failinin, Danıştay saldırısı faili Alparslan Arslan olduğu da ortaya çıkmıştı.

Bu gelişmeler sonrası Türk kamuoyu, adı Susurluk Skandalı’nda da geçen, Emekli Tuğgeneral Veli Küçük başta olmak üzere, Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, Kuvvayı Milliye Derneği başkanı Emekli Kurmay Albay Fikri Karadağ, Emekli Astsubay Oktay Yıldırım, Emekli Astsubay Mahmut Öztürk gibi emekli askerlerin, Doç. Dr. Emin Gürses ve Prof. Dr. Ümit Sayın gibi akademisyenlerin, Kemal Kerinçsiz ve Alparslan Arslan gibi hukukçuların ve çeşitli gazeteci ve yazarların da içinde yer aldığı derin ilişkiler ağı ile yüzleşti. Söz konusu oluşumu, 2009 yılında gerçekleştirilecek darbe için zemin hazırlamaya çalışmakla suçlayan ve “Ergenekon Terör Örgütü” olarak adlandıran soruşturma, kamuoyunda Ergenekon Soruşturması/Operasyonu olarak anıldı.

57) 16 Haziran 2007 tarihinde Türk basınına, 13 Haziran’da ABD'de Türkiye'den Genelkurmay Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi’nden (SAREM) yetkililerin de katıldığı, İsrail yanlısı ve Amerikan yönetiminde yer alan neocon’lara yakın, Türkiye masasının başında Zeyno Baran’ın bulunduğu Hudson Enstitüsü'nde yapılan bir toplantı bomba gibi düştü. Toplantıda Anayasa Mahkemesi'nin 12 Haziran’da emekliye ayrılan başkanı Tülay Tuğcu'ya suikast, PKK'nın Beyoğlu'nda 50 sivili öldürecek bir eylem yapması, ardından da Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini içeren bir senaryo konuşulmuştu. Toplantının içeriği kamuoyunda infiale sebep oldu, Kabus/Dehşet Senaryosu olarak ifade edildi ve sert tepki gördü.

58) Bu çalkantılı atmosferde Türkiye, 22 Temmuz 2007’de 23. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için sandık başına gitti. Genel seçim sonuçları “halkın muhtırası” olarak değerlendirildi ve seçimin mutlak galibi, aldığı yüzde 46,58 oyla iktidar partisi oldu. 28 Ağustos 2007’de TBMM Genel Kurulu'nda yapılan 3'üncü tur oylamada sonucunda Abdullah Gül Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı seçildi.

Yukarıda ve öncesinde sıralananlar, içinde hiçbir politik/siyasi görüş/yorum ve yönlendirme içermeyen, yaşanmış, Türk ve Dünya kamuoyuna malolmuş olayların mümkün mertebe kronolojik listesidir.

1949-2007 arasında geçen 58 yılda yaşananları 58 madde halinde sunan bu listeye, Büyük Resim’im iri parçaları olarak bakın. Puzzle’nin parçalarını birleştirir gibi uygun parça/parçaları birleştirdiğinizde göreceğiniz şey, size bu ülkede yaşanan ve zaman zaman anlam veremediğimiz olayların arka planında gizlenen gerçeğe dair fikir verecektir.

Her şey 22 Temmuz’da bitmedi tabi, mücadele devam ediyor. Şu an karşımızda duran yeni parçalar 21 Ekim 2007’de, Cumhurbaşkanını halkın seçmesine dair Anayasa değişikliğinin referandum oylaması yapılacağı gün yaşanan Dağlıca Baskını, 14 Mart 2008’de Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi'ne, AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği iddiasından hareketle açtığı kapatma davası ve 21 Mart 2008 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında aralarında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi İlhan Selçuk'un da olduğu 12 kişinin gözaltına alındığı Büyük Gözaltılar var.

Parçaları birleştirmeye ve Büyük Resmi okumaya devam edeceğiz…

19 Nisan 2008 Cumartesi

Neler oluyor diye sorma, parçaları birleştir...

1) Kuzey Atlantik Paktı Organizasyonu (North Atlantic Treaty Organisation-NATO), 4 Nisan 1949 yılında kuruldu. NATO'nun kuruluş amacı, SSCB'nin yayılmacı politikalarına karşı bir güvenlik şemsiyesi oluşturmaktı.

Paktın başındaki ifade şu şekilde : "Taraflardan bir veya birkaçına, Avrupa'da yahut Kuzey Amerika'da yapılacak herhangi bir tecavüz, pakta dahil bütün devletlere birden yapılmış sayılacak, her devlet, tecavüze uğrayanların yardımına koşacaktır."

ABD bu prensipten hareketle 11 Eylül saldırıları sonrası, Afganistan işgali için NATO üyesi ülkelerden destek talebinde bulunmuştur.

2) Türkiye NATO'ya 1952 yılında katıldı, bir yıl sonra 1953 tarihinde Özel Harp Dairesi kuruldu.

3) Türkiye birincisi 1960'ta olmak üzere üçü bilinen anlamıyla, biri post-moder, bir diğeri e-muhtıra tarzında 5 askeri darbe yaşadı.

4) 70'li yıllar Türkiye'de Sağ-Sol, Sünni-Alevi çatışmalarının yaşandığı, provokasyonlu ve kanlı yıllar oldu. Takvimler 12 Mart 1971 tarihini saatler de 13.00 gösterirken, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından TRT radyolarından okunan bildiri ile siyasi iktidara muhtıra verildi ve aynı gün hükümet istifa etti. 12 Mart darbesini başlangıçta Sol çevreler “beklenen” darbe sanmış, ancak kısa süre sonra durum anlaşılmıştı. Başında Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun bulunduğu ve 9 Mart cuntası olarak anılan girişim, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un saf değiştirmesi sonucu akamete uğramış, 12 Mart gerçekleşmişti.

5) 9 Mart Cuntası ile ilişkide olanlar, sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı. Askeri mahkeme Cunta’nın içine sızan ve önemli görevler üstlenen MİT ajanı Mahir Kaynak’ın cunta sanıklarını takibini kanun dışı buldu. Böylece MİT ajanı Kaynak deşifre olurken, 9 Mart Cuntası ile ilişkide oldukları iddia edilen isimler beraat etti.

6) 11 Eylül 1973'te Şili’de, sosyalist başkan Salvador Allende'ni devirip iktidara General Pinochet'i getiren askeri bir darbe yaşandı. ABD'nin onayı ve desteği ile yapılan bu darbeyle dünyanın seçimle iş başına gelmiş ilk sosyalist hükümeti devrilmiş ve yerine 17 yıl sürecek bir diktatörlük kurulmuştur. Bu dönemde Türk kamuoyuna ilk kez, resmi bir ağız olarak dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, gizli bir örgütten söz etti. Ecevit, 26 Eylül 1974'te Giresunda yaptığı açıklamada kontrgerilla’dan şu sözlerle bahsetmişti : 12 Mart sonrası dönemde adı sanı ortaya çıkan ve tedbirlerin ve hatta soruşturmaların hukukiliğine ve insaniliğine de gölge düşüren kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü fakat gayrıresmi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılamamıştır.”

7) Albaylar cuntası’nın iktidara gelmesi ile NATO'nun askeri kanadından çekilmek zorunda kalan Yunanistan, 1974 sonrası tekrar NATO'nun askeri kanadına dönmek istiyor fakat bu Türkiye’nin vetosuna takılıyordu.

8) Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka'daki evinin yakınlarında arabasında iken silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Suikastın sanığı Mehmet Ali Ağca, 11 Temmuz 1979' da yakalandı. Ağca, 11 Ekim 1979'da yargılanmaya başladı.

9) 23 Kasım 1979 Tarihinde Abdi İpekçi suikastı sanığı M.Ali Ağca, tutuklu bulunduğuİstanbul Kartal Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırıldı. M.Ali Ağca'nın derinlemesine soruşturulması için ek süre vermeyen dönemin Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ, Ağca’nın cezaevinden kaçırılmasından yıllar sonra şöyle diyecekti: "Ağca'nın kaçırılması tugayın içinden organize edilmişti. Darbelerin hukuku yoktur. Onu yapan her şeyi göze almıştır. Her türlü vasıtayı kullanır." Yine yıllar sonra Yalçın Özbey, Ağca'nın kaçırılmasında kullanılan arabanın kendisine ait olduğunu kabul etmişti. Ağca, 28 Nisan 1980'de gıyabında idama mahkum edildi.

10) Tarihler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde Türkiye, 1960 ve 1971 darbelerinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime üçüncü açık müdahalesine tanık oluyordu. Darbe sonrası kargaşa ortamı ve çatışmalar bıçak gibi kesildi. O tarihte, darbenin yapıldığı günlerde NATO'nun Acil Müdahale Birliği (Allied Mobil Force) Anviel Express manevrası için Türkiye'de bulunuyordu. Darbe’den 22 gün sonra 1978-1979'da adı Ankara'da teröre ivme kazandıran üç büyük kanlı eylemle anılan ve aranan Abdullah Çatlı, yurtdışına çıkarıldı.

11) 20 Ekim 1980 günü Yunanistan Başbakanı Yorgo Rallis, hükümet olarak Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşü ile ilgili olarak hazırlanan Rogers planı’nı kabul ettiklerini açıkladı. Türkiye’nin herhangi bir itirazı/talebi olmadı ve Yunanistan tekrar NATO’nun askeri kanadına dahil oldu.

12) 9 Kasım 1989 Berlin Duvarı yıkıldı.

13) 1990 yılında Dünya kamuoyu, İtalyan savcı Felipe Casson'un 1972 yılında, otomobillerine yerleştirilen bomba sonucu hayatlarını kaybeden üç Carabinieri'nin (ücret karşılığı güvenlik hizmeti sunan, bir nevi Polis/Jandarma görevlisi) dosyasını yeniden ele alması ve olayın faillerini bulmakta gösterdiği kararlılık sonucu ulaştığı bilgilerle Gladio (Latince’de anlamı Kılıç) gerçeğiyle tanıştı. Savcı Casson, NATO silahlarıyla dolu bir yeraltı deposu keşfetmiş ve üç Carabinieri'in ölümüne sebep olan bombalarla aynı seriden bombalara bu depoda ulaşmıştı. Casson'un ortaya çıkardığı NATO'ya bağlı olarak çalışan "Ordine Nuovo" grubu, SSCB'nin İtalya'yı işgal etmesi halinde sabotajlar düzenleyecekti.

14) 1991'de SSCB dağıldı. Bu gelişmelerden sonra Dünya kamuoyu, NATO üyesi tüm ülkelerde (NATO üyesi olmayan İsviçre'de dahi bu yapılanma 1950 yılında "Gizli Savunma Örgütü" adıyla kurulmuş) farklı isimlerle İtalya'da örgütlenen Gladio benzeri kontrgerilla örgütlerinin, SSCB'nin Avrupa'yı işgal edebileceği varsayımından hareketle ABD güdümünde her üye ülkede kurulduğu, bu derin mekanizmaların Brüksel'deki NATO karargahından yönetildiği; kontrgerilla operasyonlarının ise CIA tarafından düzenlendiği gerçeği ile yüzleşti. SSCB'nin dağılması ve yapılanmanın afişe edilmesinin etkisi ile bu örgütlenmeler kimi üye ülkelerde sessiz sedasız, kimilerinde gürültülü bir şekilde tasfiye edildi.

15) 1990'lı yıllar Türkiye için 70’li yıllara benzer şekilde faili meçhul cinayetler, suikast ve provokasyon yılları olurken, bir yandan da 1980’lerin sonlarına doğru tanıştığı bölücü terör’ün tavan yaptığı yıllar oldu. 1990 yılında Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok öldürüldü.

16) Margaret Teacher, NATO'nun 1992 Londra toplantısında yıkılan Sovyet sistemi ve çöken komünizmden sonra “İslam fundamentalizmi”nin yeni bir tehdit algısı teşkil ettiğini açıklamıştı. NATO’nun yeni stratejik konsept’i çerçevesinde, tehdit algılamasında kızıl renk en alt düzeye inerken, etnik çatışmalar ve İslam radikalizmini temsil eden yeşil renk ön plana çıkarılıyordu. Sonraları Zbigniew Brezezinski : “Komünizmin çöküşünden sonra bir düşman gerekiyordu. Radikal İslam işte bizim yeni hedefimizdi” diyecekti.

17) 24 Ocak 1993 tarihinde Uğur Mumcu bombalı bir suikaste kurban giderken, 17 Şubat 1993 tarihinde Jandarma Genel Komutanı, Orgeneral Eşref Bitlis, bu gün hala tartışılan bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Takvimler 17 Nisan 1993 tarihini gösterirken, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Yapılan resmi açıklamalarda Özal’ın, Türki Cumhuriyetler gezisinde çok yorulduğu vurgulandı. Vefatları öncesi Uğur Mumcu bölücü örgüt, Eşref Bitlis Çekiç Güç, Özal ise Türk Dünyası konularında yaptıkları çalışma ve söylemleri ile gündeme gelmişlerdi.

18) 2 Temmuz 1993 Tarihinde, Sivas Katliamı ya da Sivas Madımak Olayı olarak anılan, Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin kuşatılıp yakılması ve otelde bulunan 33 yazar, ozan ve aydının öldürülmesi olayı yaşandı.

19) Türkiye’nin Batısında, laiklik hassasiyetleri ile tanınan aydınlara dönük suikast ve provokasyonlar toplumda infiale sebep olurken, ülke gündemine Laik-Anti Laik kutuplaşmasını da soktu. Kitleler sokaklara döküldü, protesto mitingleri düzenlendi. Aynı zaman diliminde, ülkenin Doğusunda tırmanan bölücü terör ve faili meçhul cinayetlerle, Türk-Kürt kutuplaşmasının da kapıları açıldı.

20) 24 Aralık 1995 Tarihinde Türkiye 20. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için sandık başına gitti. Genel seçim sonuçları çalkantılara sebep oldu. Kesin seçim sonuçlarının 3 Ocak’ta açıklanmasını müteakip, 9 Ocak 1996 Tarihinde dönemim Cumhurbaşkanı Çankaya Köşkü'nde parti genel başkanları ile ayrı ayrı görüştü. Gözler Çankaya Köşkü’ne çevrilmişken, İstanbul’da Sabancı Center'ın 25. katında Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı, Toyota-Sa Genel Müdürü Haluk Görgün ve başkanlık sekreteri Nilgün Hasefe’nin uğradıkları silahlı saldırı sonucu öldürüldüğü bilgisi gündeme bomba gibi düştü.

21) Türkiye 3 Kasım 1996 tarihinde, Balıkesir-Bursa karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde meydana gelen bir trafik kazasıyla sarsıldı. Susurluk Kazası/Skandalı olarak adlandırılan olay, yıllar önce Bülent Ecevit’in sözünü ettiği yapılanmanın su yüzüne çıkmasıydı. Susurluk kazası ile gündeme gelen isim ve ilişkiler ağının, 12 Eylül öncesi ve 90’lı yılların ilk yarısında yaşanan kimi provokasyon, faili meçhul cinayet ve suikastlarla irtibatı, skandalın Cumhuriyet tarihinin en önemli skandalı olarak yaftalanmasına sebep oldu ve uzun süre gündemde kalmasını sağladı.

22) Özdemir Sabancı suikastının tetikçisi Mustafa Duyar, Şam’da firari bulunduğu bir sırada televizyonda izlediği Abdi İpekçi suikastı ile ilgili bir belgeselde Yalçın Özbey’i gördü. Özbey, Mustafa Duyar’ın Sabancı suikastı sonrası Almanya'da kaldığı eve kendi evi imiş gibi girip çıkan bir isimdi. Mustafa Duyar 17 Aralık 1996'da Suriye-Lazkiye'de güvenlik güçlerine teslim olduktan sonra Sabancı kulesindeki cinayetlerini itiraf etti.

23) 28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu Türkiye 28 Şubat süreci olarak ifade edilen yeni bir döneme girdi. Bu dönemin önde gelen aktörleri yaşananı “Demokrasiye balans ayarı” ve “Post-modern darbe olarak tanımladı.

24) 9 Ekim 1998’de bölücü örgüt lideri Öcalan, Türkiye’nin baskısı üzerine Suriye’den ayrılmak zorunda kalır.

25) Mustafa Duyar 15 Şubat 1999’ta yattığı Afyon Cezaevi'nde Karagümrük çetesi üyelerince öldürüldü.

26) 16 Şubat 1999 Tarihinde bölücü örgüt lideri Öcalan, Kenya’da paketlenip Türkiye’ye teslim edildi.

27) 21 Ekim 1999 Tarihinde Ahmet Taner Kışlalı, Arabasının üzerine konulan bombalı paketin patlaması sonucu hayatını kaybetti. Kışlalı’nın cenaze merasiminde yaşanan büyük katılım ve atılan sloganlar Uğur Mumcu’nun cenaze merasimini hatırlattı.

Puzzle'ın parçaları bunlardan ibaret değil elbet, devam edeceğiz...

16 Nisan 2008 Çarşamba

Çılgınlar sürüsü

Seninkiler işi son noktaya götürmeden rahat etmeyecek; o noktadan sonra da vaktiyle altını çizdiğin komşu ülkeye saldırı planı devreye girecek...

Bana bile 'şifreli' gelen bu cümleyi Türkiye'yi uzaktan izleyen bir tanıdığım kullandı. 'Seninkiler' dediği Amerika'da köşebaşlarını tutmuş olan Neo-Çılgınlar sürüsü... “Son nokta” dediği Türkiye'de demokratik sisteme darbe vurmak oluyor... Amaçları da George W. Bush'un giderayak İran'a saldırmasını sağlamak...

Amerikan başkentinde en dikkatle izlenen kişi Bush değil, Cheney... Onu demir parmaklıklar arkasında görmek isteyenler hayli kalabalık bir grup teşkil ediyor. Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme derdi olan Neo-Çılgınlar 'kıyamet senaryosu'nu hayata geçirmek için ondan medet umuyor. Cheney'in Türkiye'yi de içine alan son gezisi bizden çok ABD'de pür dikkat izlenmiş.

Amerikalılar da çok meraklı. ATC toplantısına katılan ve bizi iyi tanıyan bir Amerikalı, “Cheney İstanbul'da nerede kaldı?” diye sordu. Takip etmemişim. “Peki hangi işadamıyla saatler geçirdi?” sorusuna ise bakakaldım. Meğer İstanbul bölümü bütünüyle bir işadamıyla birlikte vakit geçirmesi için eklenmiş geziye; o işadamına ait sorunlu otelde kalmış Cheney ve kafa kafaya verip “Türkiye'de bundan sonra ne yapılması gerektiği” üzerinde görüş üretmişler...

Sahi mi?” diye tuhaf tuhaf baktım adama.

Benimkiler gerçekten de kafalarındaki planı bütünüyle hayata geçirmeden rahat etmeyecekler. Adamlar dur durak bilmiyor, gece-gündüz çalışıyor ve sonuç almak için her yola başvuruyorlar.

Richard Perle sözgelimi; Cheney'in gezisine Türkiye'yi ekleten ve gezinin İstanbul bölümünün her dakikasını planlayanın o olduğuna adım gibi eminim... Bir uluslararası toplantıda yanıma kadar gelip beni “Doğru yazmıyorsun” diye itham etmesinin sebebi, çetesini yakın takibim altında tutmamdı. Türkiye'de kimlerle temas halinde, hangi politikacıyı olağanüstü dönemler için 'başbakan namzedi' olarak eli altında bulunduruyor biliyorum. Bundan rahatsızlık duyması 'Karanlıklar Prensi' lâkaplı Perle'ün, herhalde doğal karşılanmalı.

Ya da Michael Rubin... Genelkurmay tarafından düzenlenen toplantılara çağrılan bir isim Rubin. Kısa bir süre çalıştığı Pentagon adresini 'güvenilirlik' sıfatı olarak kullanıyor. Neo-Çılgınların yoğun olduğu American Enterprise Institute'te ve değişik yayın organlarında evlere şenlik görüşlerini açıklamakla meşgul. Benim Washington'a ayak bastığım gün çıkan yazısı gibi...

Türkiye'de biz neyi konuşuyoruz? Ülkeyi altı yıldır aşırılıktan uzak durarak yöneten Ak Parti'nin kapatılma tehdidi altına düşmesini, değil mi? Rubin'in derdi ise farklı. Yazısının başlığı 'farkını' ele veriyor: “Türkiye'nin Dönüm Noktası: Türkiye'de İslâm Devrimi Olabilir mi?” Buyrun, buradan yakın!

2008 Türkiye'si ile 1979 İran'ı arasında paralellikler kuruyor Neo-Çılgın... Humeyni nasıl Paris'ten kalkıp ülke yönetimini teslim almak üzere gittiği Tahran'da milyonlar tarafından karşılanmışsa, Türkiye'de de benzeri bir durum olabilirmiş. Fethullah Gülen ABD'de bu amaçla hazır beklemekteymiş. Başbakan Tayyip Erdoğan bunun şartlarını hazırlamaktaymış.

Yazının bütününü okuyan aklı başında biri “Deli saçması” deyip çöp kutusuna yollar; ancak Türkiye'yi hiç tanımayanlar nasıl vaktiyle 'Geceyarısı Ekspresi' filminden etkilenmişlerse, yaptığı ipe sapa gelmez analizle o tipleri etkilemeyi hedefliyor Michael Rubin...

Bu yazısıyla 'beş yıldızlı' yeni bir İstanbul tatilini hak etmiştir herhalde.

Neo-Çılgın tayfası ATC toplantısına Condeleezza Rice'ın katılacak olmasından hiç mutlu değil. Rubin, çılgınca fikirlerle doldurduğu yazısının sonunda, “Aman ha” diyor Rice'a, “Türkiye zaten uçurumun kıyısında, sakın aşağıya gönderme...

Bu satırları okuyunca, “Ne diyor bu adam?” diye bir an tereddüt ettim. Hani son karede ayıp bir gelişme bekleyenler var ya, bu adam da Rice'ı “Aman, Türkiye demokrasiden feragat edecek bir noktaya gitmesin” diye uyarıyor sandım. Oysa, derdi, “Demokrasiye sahip çıkma!” demek Rubin'in...

Yakışır.

Türkiye'de yasaları eğip bükerek sonuç almaya alışmış, sahip olduğu bankanın paralarını iç etmiş, tesislerini hülle yoluyla başkalarının üzerine geçirmiş, bunları yaptıktan sonra da “Başıma gelenler lâik yapım yüzünden” diye ağlamaya utanmamış tiplerle iş tutan Perle ve adamları gerçekten hayli mesafe alabildiler.

Rubin'in yazısına bakılırsa küçük bir hamle sonrası nihai amaçları gerçekleşecek...

Daha önce bir kez, bir kez daha, sonra bir kez daha, kendimi tekrar etme pahasına birkaç kez haklarında yazdığım bu tipler başarılı olursa... Bize yazıklar olsun...

Fethullah Gülen ve Humeyni!

Birkaç yıldır bu adamı izliyorum. Neler konuştuğunu, neler yazdığını, kimler adına hareket ettiğini, Türkiye'ye geldiğinde kimlerle görüştüğünü ve Türkiye üzerine estirdiği felaket tellallığını yazıyorum. Dün yine Türkiye'deydi. Cumhuriyet gazetesinin manşetinde: “Gülen Humeyni gibi” ifadesi altında, The National Review dergisindeki son yazısının içeriği aktarıldı. “Türkiye'nin dönüm noktası” başlıklı yazıdaki ifadeler, Türkiye'nin içinde bulunduğu krizin en ateşli mevzilerinden biri olan Cumhuriyet gazetesinin söylemek istedikleriyle birebir örtüşüyor. Aynı zamanda bir dayanışmayı da ele veriyor:

ABD yönetimine “Ak Parti'yi desteklemeyin” çağrısı yapıyor. Fethullah Gülen'in ABD için Humeyni kadar tehdit içerdiğini iddia ediyor. Geniş bir Fethullah Hoca dosyası aktarıyor. Yargı sürecinden kurtulursa Türkiye'ye döneceğini, bu gerçekleşirse “2008'in İstanbul'u, 1979'un Tahran'ı olur” diyerek, Humeyni'nin Fransa'dan dönüşü gibi bir dönüş senaryosu çiziyor. Yazının özeti, “Ak parti'yi desteklemeyin. Fethullah Gülen tehdidini görün. Türkiye uçururum kenarında” şeklinde üç cümleden oluşuyor.

Şimdi geriye gidelim ve bu adam ve mensubu olduğu cemaatin Türkiye için yazdığı darbe, iç çatışma, bölünme tahriklerinden örnekler verelim.

Türkiye, AK Parti ve özellikle Başbakan Tayip Erdoğan'a karşı ağır itham ve yalanlarla adını duyuran bir kişi Michael Rubin. Tahriklerle, akla hayale gelmeyen iddialarla gündeme geliyor. Elinden gelse Türkiye'yi bir günde karıştıracak bir Neo-faşist..

Neocon yeni kuşağın mensuplarından. Neoconların mabedi American Enterprise Institute bünyesinde ABD'den çok İsrail istihbaratına bilgi topluyor. ABD'de İsrail adına casusluk yapanlar arasında adı geçiyor. İsrail komandolarının Kuzey Irak'ta yapacağı operasyonlarda ne gibi tehditlerle karşılaşabileceğine ilişkin bilgileri İsrail'e o aktarmış. Türkiye, özellikle İslam söz konusu olunca sınır tanımaz bir üslupla saldırıya geçenlerden biri.

2005'ten beri bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu kriz için mücadele ediyorlardı. Yazdıkları senaryoların nasıl adım adım uygulandığını, Türkiye'de kimlerle işbirliği yapıldığını burada günü gününe aktardım. “Türkiye'ye İslamcı Cumhurbaşkanı!” (2007-02-20), “AK Parti Michael Rubin'e neden haddini bildirmiyor?” (2005-12-16), “Türk şahinler-neocon ittifakı mı?” (2007-05-11), “Yeni 28 Şubat senaryosu mu” (2007-05-10), “Ak Parti'ye neocon tuzağı!” ya da “Mavi ve turuncu bayraklarla yürümek” başlıklı yazılarda anlattıklarım bugün yaşadıklarımızın özetiydi.

Turkey: The Road to Sharia?” başlıklı sempozyumda, Türkiye'yi Ortodoks İslamcıların yönettiğini, Tayip Erdoğan'ın ülkeyi şeriata sürüklediğini, Türkiye'nin bir an önce düşman kategorisine alınması gerektiğini, ABD'nin bu gidişe müdahale etmesinin zorunlu olduğunu ve Türkiye'nin AB üyeliğine destek verilmemesi gerektiğini iddia edenler onlardı. “Bu gidişi durdurmak için askerler harekete geçirilmeli, AK Parti parçalara ayrılmalı” diyenler onlardı.

Rubin'in Will Turkey Have an Islamist President (Türkiye'nin bir İslamcı Cumhurbaşkanı mı olacak) başlıklı yazısıyla bugün yaşananlar birebir örtüşüyor. Son derece dikkat çekici değil mi? Sanki 28 Şubat'ta olduğu gibi yeni bir iç kriz, yeni bir darbe senaryosu, yeni bir ithal projeyle Rubin'in şu cümleleri Türkiye'nin siyasi tarihine geçecek türden:

AK Partili biri cumhurbaşkanı olamaz. Buna izin verilmeyecek. Erdoğan uyarıldı. Uyarıları dikkate almaması durumunda sokaklarda tanklar dolaşmayacak. Ancak siyasal ve yargısal süreç işletilecek. Sanıldığı gibi askerler darbe yapmayacak, sivil kuruluşlar bu “tehdide” karşı duracaklar. Tanklar yerine siyasi ve yargı süreci işletilecek. (Tabi sokak gösterileriyle birlikte) Direnirse AK Parti bölünecek.” Bir yıl önce söylenmiş cümleler bunlar. Ne kadar tanıdık, değil mi?

O zamanlar; “Kampanyanın çok daha vahim boyutları var. Darbe, müdahale, iç çatışma, laik-İslamcı kavgası, Kürt meselesi eksenli büyük projenin tek hedefinin Ak Parti olmadığını, zamanla Türkiye olduğunu daha net göreceğiz” demiştim. Ve şu soruları sordum, tekrarlayayım:

  • ABD'deki bazı çevreler AK Parti iktidarının sonu mu hazırlıyor? Neoconlar AK Parti'ye tuzak mı kurdu? Askeri müdahale taraftarları, CHP, laiklik adına yürüyenler bu senaryoyu mu uyguluyor?


  • Bu çevrelerin birkaç yıldır hükümete karşı başlattıkları savaş Türkiye'den mi yönetiliyor? Karşılığında neler veriliyor?


  • Türkiye'ye İslamcı Cumhurbaşkanı!” ya da “Türkiye şeriata mı gidiyor” şeklindeki yazıları kim yazdırdı?


  • Zeyno Baran'ın Newsweek dergisindeki darbe senaryosu Türkiye'de mi çizildi?


  • Neocon ve İsrail aşırı sağına mensup isimler aslında daha çok Türkiye'de bir yerlere mi çalışıyor?


  • 28 Şubat, neocon/İsrail aşırı sağının yönettiği bir müdahaleydi. İslamcılar üzerinden bir sistem revizyonu yapıldı. Aynı çevreler, bu sefer yeni bir sistem revizyonu mu yapıyor?


  • İsrail aşırı sağı-neocon cemaat ve Türk şahinler arasında nasıl bir ittifak var?


  • Ülke analizinden çok bir senaryo var ortada ve Türkiye'ye çok zarar verecek. Çünkü senaryoyu yazanlar, darbeciler, iç çatışma tezi hazırlayanlar Washington'da….
  • 9 Nisan 2008 Çarşamba

    Bu şarkı burada bitmez...


    Avrupa Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final rövanş mücadelesinde Fenerbahçe, ilk maçı 2-1 kazanmış olmanın avantajı ile çıktığı Stamford Bridge'de, Chelsea karşısında 2-0 mağlup olarak bu sene göz kamaştıran Avrupa serüvenine noktayı koydu.

    Karşılaşmanın 4. dakikasında Chelsea Ballack'ın gölü ile 1-0 öne geçti. Aslında Fenerbahçe için işlerin istediği gibi gitmemesi, birazda golü bu denli erken kalesinde görmesiyle oldu. Essien, Carvalho, Terry, Ashley Cole gibi isimlerden kurulu ve 1-0 önde olan Chelsea savunmasını maç boyunca aşmak Fenerbahçe için hiç kolay olmadı. İlk yarı bir duran topta Lugano'nun yakaladığı ve ikinci yarıda, maçın sonlarına doğru Gökhan Gönül ve Kazım ile bulunan pozisyonlar dışında Fenerbahçe net fırsatlar yakalayamadı, buna karşın Chelsea'ye de fazla pozisyon vermedi. 87. dakikada Lampard skoru belirleyen gölü attığında maç boyunca homurdanan Chelsea taraftarı ve yüzü kireç rengine dönmüş Avram Grant rahat bir nefes aldı.

    Kadıköyde taraftarına, ekran başında bilmonylara "üç üç üç..." diye tempo tutturan, Stamford Bridge'de Chelsea'yı taraftarına ıslıklattıran Fenerbahçe'ye gönül dolusu tebrik ve teşekkürler.

    Adımız gibi eminiz ki, Fenerbahçe'nin Avrupa yürüyüşü bundan sonra da kaldığı yerden devam edecek, kalamıştan yükselen sesin ulaşmadığı kulak, ürkütmediği yürek ve bükemediği bilek kalmayacaktır...

    5 Nisan 2008 Cumartesi

    Kabuğu Faşizmle doldurduk...

    Dün akşam Haber 7 Televizyonunda yayınlanan, İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf'un birlikte hazırlıp sunduğu Meksika Sınırı'nı izliyorum, bir yanda da hem yararlı hem de zararlı bir meret olan MSN açık, baktım bir arkadaş mesaj atmış ve demiş ki "Şu an Kanaltürk'te bir alt yazı geçiyor. Demokrasilerde herkesin oyu eşit olmalı mı ? A) olmalı B) olmamalı". Doğrusu güldüm, sonra da aklıma hemen son büyük Türk düşünürlerinden Aysun Kayacı'nın çobanlı, ayaktakım'lı yumurtlaması geldi ve önemsemeden Meksika Sınırı'nı izlemeye devam ettim.

    Sonra bir baktım izlediğim programa da gönderilen maillerde bu durumdan söz ediliyor, "uğramak lazım Kanaltürk limanına" deyip kanalı açtığımda bir de ne göreyim, söz konusu alt yazı Hulki Cevizoğlu'nun Ceviz Kabuğu'nda anket sorusu olarak izleyiciye soruluyor. Gözlerime inanamadım, böyle bir garabetin Ceviz Kabuğu'nda cereyan edeceği aklımın ucundan kenarından geçmemişti. Şaşkınlığımı atamamışken bir de baktım canlı telefon bağlantısı ve karşımızda Aysun Kayacı.

    Kayacı, olgunlaşmamış düşüncelerini ifade etmekten duyduğu pişmanlığı ifade sadedinde "ettik bir halt" dolaylarında gezinirken devreye Cevizoğlu girdi ve İzmir Milletvekili İsmail Katmerci'ye ait asla tasvip edilemeyecek sözleri önündeki gazeteden okumaya başladı. Telefondaki isim henüz düşünce dünyasının berraklaşmadığını ve öğrenme sürecinin de devam ettiğini ifade etmiş genç bir kadın en nihayetinde, yutkundu ağladı ve konuşmayı daha fazla sürdüremedi. Bu beni bir İnsan olarak elbette üzdü, ancak daha da üzücü olan bu piskolojik tahrikten/tetiklemeden sonra Cevizoğlu'nun, oluşan duygusal atmosferden de yararlanarak Eflatun'un 2.400 küsür yıl önce kaleme aldığı Devlet kitabından seçme/seçilme kriterlerine atlaması, oradan da Fransız Devrimi sonrası oy verme hakkının sadece vergi verenlere tahsis edildiğine zıplaması oldu. Son olarak da bir siyaset bilimciye ait, 98 basımı bir kitaptan öyle satırlar okudu ki programın konuklarından Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ "iyi ama sayın Cevizoğlu, bunun sonu faşizme, hitler uygulamalarına gider" demek zorunda kaldı. Bunun üzerine Cevizoğlu "Demokrasilerde herkesin oyu eşit olmalı mı ?" anketine katılımın beş binin üzerine çıktığını ve sonucun %82 oranında B) olmamalı seçeneği lehinde olduğunu ifade ederek midemin sınırlarını zorlamayı başardı.

    Televizyonu kapattım, aklıma yine bir süre önce HaberTürk ekranlarında gördüğüm Besim Tibuk geldi. Siyasetten el ayak çekmesi Fiziki yapısı kadar düşünce yapısının da değiştirmişti Tibuk'un, başörtüsü meselesinde söyledikleri ile "siyasetçi Tibuk" un kendisine biçilen rol modeli canlandıran bir samimiyetsiz olduğunu ifşa ediyordu.

    Türkiye şu sıralar öyle bir dönemden geçiyor ki, artık takılan maskelere ihtiyaç hissedilmiyor, herkes gerçek kimliği ile sahne alıyor. Yıllardır Türk Televizyonlarında izlediğimiz bir isim, eski bir siyasetçi yada toplumun farklı bir katmanında yer almış başka bir karakter'in yaptıkları/söyledikleri görenleri adeta mutasyona uğramış bir yaratıkla karşılaşmışcasına hayret ve dehşete düşürüyor.

    Milletten/Sandıktan bekledikleri vizeyi asla alamayacaklarını anlayanlar, dillerinden irtica/gericilik ithamlarını düşürmeyenler, İnsanlığın binlerce yıllık tecrübelerle elde ettiği ve geldiği bu günkü kazanım ve pozisyona itirazlarının meşruiyeti adına mesnedi 2.400 yıl öncesinin antik yunanından devşirmeye kalkıyor ve kabuklarını faşizmle dolduruyor, bunu da utanıp sıkılmadan yapıyor.

    Her şeyde bir hayır var derler ya, doğrudur. Bu süreç bu millete yıllardır yalan söyleyenlerin maskesinin düşeceği, gerçek takiyyecilerin ortaya çıkacağı bir süreç olacaksa Türkiye için bundan büyük hayır mı olur...

    4 Nisan 2008 Cuma

    Hem Ergenekoncu, hem Mossad'cı, hem İslamcı..

    Veli Küçük'ün evinden çıkan “ajan gazeteciler listesi” pek ciddiye alınmadı ama Ergenekon operasyonu kapsamında bir cambazın neler yapabileceğini bir kez daha gördük. Küçük; listenin kendisine ait olmadığını, Tuncay Güney tarafından verilen kırk sayfalık matbu dosyanın içinden çıktığını söylüyor. Konumuz bu liste değil. Ergenekon operasyonu kapsamında her yerde karşımıza çıkan, en mahrem bilgileri açıkça ortaya koyan, karanlık ilişkiler ve operasyonlarda yer alan söz konusu tuhaf kişiliğin, Türkiye'nin en derin iktidar kavgasının içinde bu kadar nasıl yer alabildiği.

    Çarşamba günkü “Mossad İslamcısı..” başlıklı yazının konusu olan bu “çok tanınmış” kişi ruh sağlığı bozuk bir şarlatan mı yoksa gerçekten bütün olayların içinde yer almış bir kişi mi? Kendisini bizzat tanıyanlardan ve Musevi çevrelerden gelen tepkilere göre bir şarlatan. Kendisini bizzat tanıyan bir kişinin onu anlatan cümleleri şöyle:

    JITEM'in kuryesi ve muhbiri olarak çalışmaktaydı. Pek çok kez Kuzey Irak'ta Barzani ve Talabani ile görüştü. Kurye olarak bu kişilere teklifler götürdü. Israrla babasının göçmen, Sabetayist olduğunu söylüyor. Annesi halim selim, dindar ve beş vakit namazını kılan birisi. Duysa Musevi olduğunu kahrından ölür. 2001'de ABD'ye geldiğinde vaftiz olup Protestanlığa geçti. Amacı iltica etmekti. Başaramayınca Yahudi kılığına girip, kippa takarak Kanada'ya geçti. Kur'an bilgisini test ettim. Yasin'in ilk sayfasını ezbere okudu. İran'da öğrendiğini söyledi. İbranice bildiği bir yalan. İngilizce bile doğru dürüst bilmiyordu.

    İltica ettikten sonra önce gay savunması sonra da Yahudi tezini işledi. Her ikisini de kaybetti. Kürtlere yaklaştı, oradan da umduğunu bulamadı. Gay evliliği yaptı. Kanada'daki Yahudi cemaati onun ne olduğunu biliyor ama şu an ses çıkarmıyorlar. Bir sinagoga sığındı. Sansasyona ihtiyacı vardı, mahkemede tezlerini kabul ettirebilmek için. Muhbir arkadaşı Abdülmuttalip Gülsen aracılığı ile şu an bunu yapıyor. Çünkü Türkiye'ye gönderileceğini ve yargılanacağını biliyor

    Türkiye'de hemen her İslamcı grubun içinde yer alan, 28 Şubat döneminin iğrenç tezgahlarında rol alan, örtülü operasyonlara katılan, kullanılan ve belki de işi bittikten sonra öldürüleceğini anlayan bu hastalıklı adamın hikayesi böyle mi gerçekten? Faruk Arslan bu şahısla ilgili çarpıcı bilgiler içeren yazılar yazdı. Hikayeyi onun yazısından özetle tekrar okuyalım:

    Mısır hükümeti, Kanada'da çalışan üç Mossad ajanının isimlerini Interpol'e bildirir. Kahire'de yakalanan Mossad ajanı Mohamed Essam Ghoneim el-Attar'ın verdiği 3 isim Türkiye ve İsrail vatandaşı olan Daniel Levi, Kemal Kosba ve Tuncay Bubay. El Attar'ın söylediği isimler sanırım aslında tek şahıs. Dört veya fazla müstear isim kullanan Tuncay Özbey (Daniel Levi), “derin devlet”imizin 28 Şubat sürecindeki “muhbirler”inden, Veli Küçük'ün ekibinden bir Türkiye ve İsrail vatandaşı. (Biz onu Tuncay Güney olarak biliyoruz.)

    Üç yılını hapiste geçirmemek için 2001'de Mısır'dan Türkiye'ye kaçtığından beri Mısır istihbaratının takibinde olan El Attar, Mossad'a çalışmak istediğini bildirince, İstanbul'da Mossad elemanı Daniel Levi ile tanıştırılmış ve nasıl istihbarat toplayacağı öğretilmiş. Mossad onun hesabına 56 bin üçyüz dolar transfer eder. Interpol'un kafası karışmasın, üç isimde aynı kişi olabilir; Kanada'da kullandığı isim Daniel Levi, Türkiye'de ise Tuncay Özbey'di (Güney). Kanada istihbaratı Daniel Levi'yi yakından tanıyor. Levi, 11 Eylül saldırısından sonra Kanada'ya iltica etmiş veya özel görevle gönderilmiş bir Mossad elemanı veyahut gerçekten istihbarat örgütleri arasında kalmış bir mağdur. Türkiye'de kalsa ortadan kaldırılacağını biliyordu. Kanada hükümeti zaten bu nedenle iltica talebini kabul etmiş. Mahkemede Veli Küçük ekibiyle Mossad ve CIA üçgeninde 28 Şubat sürecinde neler karıştırdıklarını en ince ayrıntısına kadar anlatmış. Ermeni lobisiyle dirsek temasında Türkiye aleyhine çalışmaya devam ediyor. Veli Küçük ve ekibini kutluyorum, ne de güzel vatansever (!) bir Mossad elemanı yetiştirmiş ve kullanmışsınız böyle...

    Faruk Arslan devam ediyor: “İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciydi ama asla mezun olmadı. Milliyet, Sabah gibi gazetelerde servis haberleri çıkmış bir gazeteciydi ama asla sürekli olmadı ve gazeteci değildi. İstanbul Müftülüğü'ne gidip numaradan kelime-i şahadet getirdi Müslüman olmuş göründü; ama asla olmadı. Pek çok sure ezberinde ve Kur'an'ı tecvidiyle mükemmel okuyabiliyordu; ama asla kalbine inmedi, inanmadı. Tarikatlara sokularak iç yapısı ve çıkartılacak fitneler hakkında istihbarat toplatıldı; ama asla tarikatların Türkiye'de tehlikeli olduğuna inanmadı.

    JİTEM mensubu olarak Veli Küçük'ün ekibinin emrinde örtülü operasyonlara katıldı ama asla Türkiye'ye hizmet etmedi. İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek ile Abdullah Öcalan'a gidip Perinçek'in Öcalan'a gül verirken çektiği fotoğrafları MİT'e verdi ama asla MİT'te kadrolu olamadı. MİT ve JİTEM'e yaptığı servisler ve MİT'in ona yaptığı servislerin çoğu 28 Şubat sürecinde gerçekleşmişti ama aslında Mossad'a bilgi kirliliği için çalışıyordu. Türk polisiyle hep kavgalı oldu, gözaltılardan Küçük'ün ekibinin yardımıyla kurtuldu STV'ye Küçük'ün talimatıyla girdi, 2 sene çalıştı ve 1999 fırtınasına sebep olan kasetleri çaldı; ama asla Küçük ekibinin Türkiye'nin yararına çalıştığına inanmadı….

    Bu hikaye çok uzun….

    1 Nisan 2008 Salı

    Yanılmışım...


    İzlediğim ilk üç bölümden hareketle Pars NARKOTERÖR'ün Osman Sınav'ın Kurtlar Vadisi sonrası yapımlarından çok ileride olacağını, belki de yeni bir efsane ile karşı karşıya olduğumuzu ifade etmiştim.

    Fena halde yanılmışım...

    Türkiye ve bölgemizdeki uyuşturucu trafiğini ve bunun terör örtgütleri ile bağlantılarını işleyen bu yapım, son bölümleri ile bir efsane de olmaması gereken ne kadar defo varsa bunları barındırarak paraşütsüz inişe geçti ve beni büyük hayal kırıklığına uğrattı.

    Oysa münbit bir konu, bu konunun işlediği ilişkiler ağına Deli Yürek, Kurtlar Vadisi gibi yapımlarla zihnen antrenmanlı hazır bir izleyici kitlesi ve umut veren bir casting çalışması ile beklentiler tavan yapmıştı Pars için.

    Osman Sınav ve ekranlara getirdiği yapımlardaki düşüş devam ediyor...