31 Aralık 2009 Perşembe

Varan 1...

Önce kimileri için süpriz, kimileri içinse beklenen gelişme yaşandı ve Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmenliği görevini Enis Berberoğlu'na devretti. Bu gelişmenin akisleri henüz tam netleşmemişken Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş bir açıklama yayımlayarak Aydın Doğan'ın Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden 1 Ocak 2010 itibariyle ayrılacağını ve görevi kızı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın devralacağını duyurdu.

Ard arda gerçekleşen bu iki hadise, Türkiye'de yaşananları dikkatle takip edip doğru okuyanlar için beklenmedik gelişmeler değil. Aylar önce burada, uluslararası sistemin gerçek güdücüleri eli ile ülkemizde teşekkül ettirilmiş ve yakın tarihimizin karanlık bir çok hadisesinin perde arkasındaki organizatörüne "zoom" yapmayı amaçladığını gördüğümüz Ergenekon Operasyonu'nun artçı şoklara sebebiyet vereceğini, operasyonun tasfiyesini amaçladığı mekanizmalarla birlikte, bu mekanizmaların içerdeki direkt/endirekt partnerlerinin de söz konusu tasfiyeden nasibdar olacağının beklenti ve tahminler arasında yer aldığını belirtip, "Bu bağlamda bu güne kadar Ergenekon Operasyonu'nda, tasfiye edilmek istenen mekanizmaların sermaye ve siyaset ayaklarına dair tatminkar unsurları henüz göremedik" demiş ve o günlerde Aydın Doğan ile Başbakan Erdoğan arasında yaşanan polemiğin arka planına seyehat etmeye çalışmış ve nihayetinde "Türkiye'nin geleceğinde sahne alacak aktörler arasında, Erdoğan-Baykal-Doğan üçlüsü, kendi kulvarlarında varlıklarını aynı anda gelecekte sürdüremeyecek mi?" sorusunu sorup kendimizce cevaplandırmıştık: "Görünen o ki, sürdüremeyecek..."

Uzak olmayan bir gelecekte siyasi alanda da "vedalar" yaşanması kimseyi şaşırtmamalı...

8 Aralık 2009 Salı

Reşadiye'den kim ne mesaj veriyor?

"Açılım bitti" diyenler, barış arayışlarına karşı duranlar, çözüm yönünde hiçbir sözü olmayıp bütün güçleriyle yola çıkanları durdurmaya çalışanlar, kan üzerinden iktidar hesabı yapanlar içten içe seviniyor olmalı!

Ne kadar kan dökülürse, ne kadar insan ölürse, ne kadar şiddet olursa o kadar kazanç hesabı yapanlar, çatışmadan güç devşirenler, ellerinde ne varsa kaybettiklerinin farkında olanlar gerçekten seviniyor olmalı.

Tokat'ın Reşadiye ilçesi Sazak köyü yakınlarında, devriye görevi yapan jandarma ekiplerine kurulan pusu ve yedi asker şehit!

Terörden kim besleniyor, saldırganlar kime güç kazandırıyor, çözüme karşı olanlarla bu çevrelerin çıkarları hangi alanlarda örtüşüyor? Belki Reşadiye'deki saldırı da onları tatmin etmeyecek, Dağlıca, Aktütün gibi saldırılar da istiyorlardır. Belki de planlanıyordur, kim bilir?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın; "şiddete izin vermeyeceğiz" dediği saatlerde Reşadiye'de saldırı yapılıyordu. Sanki olacaklar sezilmişçesine hazırlanan bir konuşmaydı.

"Açılım bitti" diyenlere karşı, günlerdir Türkiye'nin büyük bölümünde çocukları sokaklara dökenlere karşı, şehir şehir çatışma senaryoları planlayıp uygulayanları karşı yapılan bir konuşmaydı.

Yola devam edilecekti. Dikenler tek tek kopartılıp, milletin ezici çoğunluğunun desteğiyle, kirli oyunlarla mücadele edilerek devam edilecekti. Edilecek de…

Reşadiye saldırısı ile kime, ne mesaj veriliyor?

Anayasa Mahkemesi'nin DTP ile ilgili kapatma davasını görüşmesinden bir gün önce. DTP'nin etkin olduğu bütün şehir ve kasabalarda sokak gösterilerini yönettiği, çözüme yönelik girişimi ve çalışmaları sözde savunurken el altından sabote etme yönünde bütün imkanlarını seferber ettiği bir zamanda. Emine Ayna'nın "dağa çıkmak"la tehdit ettiği, "80'lerden, 90'lardan beter olur" şeklinde tehditler savurduğu sırada böyle bir saldırı gerçekleşiyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretinde bulunduğu, genelde Ortadoğu ve Irak özelde ise Kuzey Irak ve PKK'nın tasfiyesinin pazarlıklarının yapıldığı sırada böyle bir saldırı gerçekleşiyor. 2007'den beri devam eden tasfiye sürecinin belki de ön önemli aşamasına gelinmişken, Mahmur ve Kandil üzerinden konuşmalar yapılırken böyle bir saldırı gerçekleşiyor.

Muhalefet partilerinin çözüme yönelik bütün girişmelere karşı durduğu, "açılım bitti" şeklindeki umutlarını yüksek sesle dillendirdiği bir zamanda bu saldırı yapılıyor.

Korkumuz; saldırıların bundan sonra daha da artacağı yönünde. Daha büyük saldırıların, şehir saldırılarının gerçekleşebileceği yönünde. Terör üzerinden Türkiye'ye, içerideki uzlaşma girişimlerine, bölgesel ve küresel açılım çabalarına karşı sanki gizli bir ortaklık söz konusu.

İçeride ve dışarıda birileri Türkiye'yi tekrar içeriye yönlendirme, iç krizlerle bunaltma, bölgesel açılımını tersine çevirme, iç siyasi yapısını yeniden güvenlik eksenli şekillendirme gibi arayışlar içinde sanki.

Acıları sömürerek, evlatlarının kanını emerek semirenlere, temsil iddiasında oldukları kitleleri istismar ederek ayakta kalma mücadelesi verenlere, barış sözcüğünü ağızlarından düşürmeyip barıştan nefret edenlere ve bu kesimler arasındaki çıkar ortaklığına sözümüz bitmeyecek.

Türkiye onlara rağmen yoluna devam edecek.

Şehitlere Allah rahmet etsin…

19 Kasım 2009 Perşembe

Ömer Lütfi Mete'yi kaybettik...

Gazeteci Yazar Ömer Lütfi Mete'yi kaybettik. Geçen yıl geçirdiği kalp krizi sonrası uzun süre yoğum bakımda kalan ve sağlığı bozulan Mete, önceki gün evinde yine kalp krizi geçirdi ve dün akşam saatlerinde kaldırıldığı Acıbadem Kadıköy Hastanesi'nde hayata gözlerini yumdu.

Ömer Lütfi Mete yaşamı ve eserleri ile Türk Kültür hayatına damgasını vuran isimlerden birisi oldu. Basın dünyasında Sabah, Tercüman, Türkiye, Ortadoğu, Yeni Şafak gibi gazetelerde yönetici ve yazar olarak çalıştı. Türk Edebiyatı, Boğaziçi ve Çağrışım dergilerinde makale, mizahi öykü ve şiirleri yayımlandı.

Ömer Lütfi Mete'nin, Gülce (şiir), Çığlığın Ardı Çığlık, Yerden Göğe Kadar, Asker ile Cemre, Çizme (roman), Derin Millet Manifestosu (köşe yazılarından seçmeler), Hacıyağı ile Parfüm Arasında (deneme), Balonya Tüneli, İtfaiye Yanıyor (kara mizah) gibi yayınlanmış eserleri bulunuyor. Mete'nin yakın zamanda yayınlanmış kitapları arasında ise Prof. Dr. Mahir Kaynak ile kaleme aldığı "Erdoğan Operasyonu", "Allahsız Müslümanlık", "Basılı Yakıt" isimli eserleri sayılabilir.

Senaryo yazarlığıda yapan Mete'nin sinema filmi dalında "Çizme", "Gülün Bittiği Yer", "Bizim Yunus", "The İmam", televizyon dizisi dalında da, "Bizim Ev", "Evlere Şenlik", "Ortaklar", "Deli Yürek", "Avcı", "Hayat Bağları", "Çanakkale Destanı" gibi yapımların senaryolarında imzası var. Kurtlar Vadisi yapımının ilk sezonlarında yapımcılıkta yapan Mete'nin bu çalışmaya katkıları ise hala devam etmekteydi, dizide yer alan "Ömer Baba" karakterinin sözlerinin yazarı Mete idi.

Türk basınında "Derin Devlet", "Çeteler", "İstihbarat Dünyası ve Savaşları" konularında yazdıkları ve verdiği eserler ile önemli bir yeri olan Ömer Lütfi Mete bugün Marmara İlahiyat Vakfı Camii'nde ikindi namazından sonra kılınacak cenaze namazının ardından Çengelköy Mezarlığı'nda toprağa verilecek.

Ömer Lütfi Mete'ye sonsuz Rahmet sahibinden Rahmet, kederli ailesine ve milletimize de sabr-ı cemil niyaz ediyoruz...

13 Kasım 2009 Cuma

Kim bu şef!

Büyük bir orkestra son günlerde takdire şayan bir senkronizasyon içinde "amaca" yönelik icrayı faaliyet yapıyor ve piskolojik harbin her çeşidine yıllardır maruz bu millet, yeni bir operasyonun hedef tahtasında bulunuyor!

Son operasyon "korkudan oturduğu yerden kıpırdayamayacak" bir halk inşaasını hedefliyor olmalı!

Önce Domuz Gribi kapsamında yerli basında çıkan, Dünya Sağlık Örgütü'nün hastalığa dair açıklamaları ve ülkemizde görülen ilk vakalar neticesi yapılan neşriyatla başlayıp, söz konusu hastalık için ithal edilecek aşıların gerekliliği ve gereksizliği kapsamında kamuoyunda yürütülen garip! tartışmalara bakıp, ardından İnsanların eczanelere akın ederek mevsimsel grip aşılarına hücum etmeleri, mevsimsel grip aşılarının tükenmesi sonucu ise aynı İnsanların zatüre aşısına yönelmelerine dikkat etmek, meydana getirilen travmayı yeterince resmediyor!

Olayın üzerine birde Başbakan ile Sağlık Bakanı'nın konuya yaklaşım farklarının eklenmesini düşününce, açığa çıkan "başarıyı" takdir etmemek imkansız!

Domuz Gribi vakasından sonra gündeme aniden giren tartışmanın adı ise GDO oldu! Tarım bakanının söylemine bakılırsa, GDO'lu ürünlerin ithalatını zorlaştıran bir yönetmelik "GDO'lu ürünlerin ithalatını kolaylaştırma" olarak ele alındı ve sade vatandaş önce televizyon ekranlarında, çarşı pazarda alış-veriş yapan kendisi gibi vatandaşlara mikrofonlar uzatılıp "Bu ürün GDO'lu mu? Bunu biliyor musunuz?" sorularının yöneltildiği ile, sonrasında da aynı çarşı pazarda aradan bir kaç gün geçmişken vatandaşın "neyi alacağımızı kime güveneceğimizi bilmiyoruz!" deme noktasına geldiği gerçeği ile yüzleşti!

Hangi ülkede?

Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) içeren ürünlerin üretim ve ekiminin yapılmadığı, tohum girişinin de yasak olduğu Türkiye'de!

Son tartışma ise, Ergenekon Operasyonu'nun başlaması ile alttan alta başlayıp operasyon ne zaman ivme kazansa büyük hararetle su yüzüne çıkarılıp pompalanan telefon dinlemeleri ve teknik takip konularındaki iddialar oldu!

Dün Türkiye bütün gün, Yargıtay'ın Başkanlık Santrali'nin dinlendiği iddiası ile meşgul oldu, taaki Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Telekomünikasyon İletişim Başkanı Fethi Şimşek'in Yargıtay'a ait olduğu iddia edilen telefonlarla ilgili hiçbir dinleme eyleminin gerçekleşmediğini açıklamasına kadar!

Türkiye'nin dün bütün gün yaşadığı bu "yargıda dinleme/dinlenme" eksenli tartışma ve travmanın arkasından çıkan isimler ise hayli ilginç isimler!

Bu isimlerden ilki "telefonlarının dinlenip dinlenmediğinin belirlenmesi için" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı başvurusu reddedilince Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvuran ve Adalet Bakanlığının meslekten ihracını talep ettiği YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu.

Diğeri ise kimi Ergenekon soruşturması sanıklarıyla ilişkide olduğu iddia edilen ve Adalet Bakanlığınca meslekten ihracı talep edilen Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz!

Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun başvurusunu kabul ederek TİB'e baskın kararı veren Kaçmaz, TİB'de yapılan inceleme sonrası oluşturulan "Yargıtay Başkanlık Santrali ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in dinlendiği"ni gösterir raporu medyaya servis etti!

Bunun üzerine kopan gürültüye, Yaz Kararnamesi'nin çıkması, Ergenekon dava ve soruşturmasının hakim ve savcılarını görevden almak istemeleri sebebiyle geciken HSYK toplanarak "savunma pozisyonundayız" açıklaması yaparak, Yargıtay'da kısmen ihtiyatlı bir tavırla "ön inceleme" kararı vererek katkıda bulundu.

Ergenekon Operasyonu'na mesafeli, hatta karşısında pozisyon almış medya organlarında meselenin ele alınışı karşısında vatandaş Ahmet'in "beni de dinliyorlar mı acaba?" diye düşünmemesi için fazlaca rahat olması gerekir.

Ve bu rahatlık yoksa vatandaş Ahmet'in, Telekomünikasyon İletişim Başkanı Fethi Şimşek'in "Başkanlık kurulmadan önce bir ülkenin başbakanının 6 yıl hakim kararı olmadan dinlendiği, kayıtlarının ele geçirildiği ve gazetelere servis yapılıp tartışıldığı hususlarla ilgili olarak her nedense toplumumuzda bir tartışma yaşanmıyor. Hiçbir hakim kararı yok, bir ülkenin Başbakanı 6 yıl dinleniyor ve kimsenin kılı kıpırdamıyor, ama hakim kararı ile yapılıyor, bugün tartıştığımız dinlemeler, usulüne uygun ve mevzuatta yazan hususlara uygun dinlemeler yapılıyor, her nedense toplum ayağa kalkıyor. Bu çifte standarttan kurtulmamız lazım" şeklindeki açıklaması üzerine kafa yormasını, orkestra'nın şefinin mahir yönlendirmeleri ile kulaklara üflediği namelerin asıl hedefini düşünmesini beklemek gerçekçi olmaz!

Doğrusu hem orkestranın bireylerini hem de maharetli "şef"lerini takdir etmemek imkansız...

7 Temmuz 2009 Salı

Çok mühim...

Pana Film'in, Kurtlar Vadisi Pusu aleyhine girişilen dezenformasyon çabalarına, dizinin yayınlanması için "siyasi iktidara yakın" etiketi yapıştırılmış bir kanalı seçmeyerek lojistik destek vermemesi beni şaşırtmadı. Benlentimin bu yönde olduğunu daha önce ifade etmiştim. Pana Film yayınladığı duyuru ile, Kurtlar Vadisi Pusu'nun yeni sezon bölümlerinin, Aydın Doğan'ın kanalı Star TV'de ekranlara geleceğini açıkladı.

Serüvenine Mehmet Emin Karamehmet'in Show TV'sinde başlayan Kurtlar Vadisi, bir ara uğradığı Doğan Medya Limanı'na bu vesile ile tekrar uğruyor. Kurtlar Vadisi'nin bütün serüveni boyunca "zoom" yaptığı esas konuya aslında son derece mesafeli yaklaştıkları, yayın politikaları ile ortada olan bu iki medya gurubu, Vadiye neden evsahipliği yapmış olabilir?

Cevap, Pusu'dan önce "Baron Karahanlı ve Konseyi"nden, Pusu serisi ile de "Tataroğlu Ailesi" başta olmak üzere, Türkiye'de etkin sermaye sahibi ailelerden söz eden bir çalışmanın, 'yaban ellere' bırakılamayacak kadar önemli olması olabilir mi diye düşünüyorum.

Ne dersiniz?

23 Haziran 2009 Salı

Pusu...

Kurtlar Vadisi Pusu, 11 Haziran gecesi yayınlanan sezon finali ile ekranlara, yeni yayın dönemine kadar veda etmişti. Gerçi dizi, Kanal 7'de yayınlanan Kurtlar Vadisi serisinin eski bölümleri ve sezon finali sonrası Show TV'de ekrana gelen Pusu'nun tekrar bölümleri ile gündemde kalmaya devam ediyordu. Ancak çalışma bu sefer, Pana Film'den yapılan duyuru sebebiyle farklı bir konu ile tekrar gündemde.

Pana Film'den yapılan duyuru daha çok "maddi sebeplerle anlaşmazlık" sinyali verse ve bu açıklama genelde böyle algılanıp, anlaşılsa da ben gerek bu duyurudan, gerek geride kalan sezonda verilen fasıladan ve bu fasıla sırasında servis edilen tezvirattan farklı bir sonuç çıkartıyorum. Bana göre Show TV, gelinen noktada artık Vadi'ye, Vadi'nin verdiği mesaja ev sahipliği yapmak istemiyor.

Geride kalan sezon içinde dizi bir süreliğine ekranlara veda ettiğinde de benzer şeyi düşünüyordum. Maddi sebeplerin öne sürülmesi, o gün bana inandırıcı gelmiyordu, bu gün de gelmiyor. Ayrılık için maddi sebepler, ne kanal, ne de yapımcılar açısından makul görünmüyor.

Olaya kanal açısından bakarsak, tekrarları dahi reyting sıkıntısı çekmeyen bir dizinin maddi sebeplerle elden kaçırılması, hele ki dizi yapımcılarının "Bizim Show TV ile ilgili özel bir hukukumuz var" türü açıklamaları da düşünülürse nasıl makul görülebilir? Meseleye yapımcılar açısından bakarsak da, Kurtlar Vadisi aleyhine yapılan onca tezviratla dizi, "siyasi otoritenin güdümüne girdi" şeklinde eleştirilirken ve günlerdir kamuoyounda tartışılan son 'andıç'ta adı "Vatandaşlar tarafından yoğun olarak izlenen ve gündemdeki olaylar hakkında kamuoyunu yanlış yönlendiren‚ Kurtlar Vadisi‚ Kollama ve Tek Türkiye benzeri diziler hakkında olumsuz haberler yaptırılarak söz konusu dizilerin güvenilirliğinin yitirilmesi sağlanacaktır." şeklinde anılmışken çalışmanın maddi sebeplerle başka, özellikle siyasi iktidara yakın olduğu düşünülen bir kanala geçmesi ne derece gerçekçi bir adım olur?

Kurtlar Vadisi'ni hazırlayan ve sunan ekibin Türkiye ve Dünya'yı okumada bu güne kadar gösterdiği başarıdan hareketle, Pana Film'in kendi arzusu ile böyle bir hatayı asla yapmayacağını düşünüyorum. Düşüncem o ki, geride kalan sezonda verilen anlamlı fasıla'da dahi yapımcılar bu düşünce ile hareket etti ve haksız eleştirilere prim vermemek adına, Show TV ile anlaşmada maddi tavizi veren taraf oldu. Aynı dönemde Rasim Ozan Kütahyalı marifeti ile servis edilen kurmaca tezvirata tekrar dönüp baktığımda, yapımcıların doğru mesajı aldığına eminim.

Şimdi tekrar dönüp Kurtlar Vadisi'nin hangi kanalda yayınlandığına, bu kanalın mensubu olduğu guruba, gurup patronunun Mehmet Emin Karamehmet olduğu gerçeğine, Karamehmet'in son dönemlerde afişe edilen garip ilişki ve bağlantılarına baktığımda, "Karamehmet ve kanalı üzerinde oluşturulan baskı sebebiyle Vadi ile yolların ayrılma noktasına gelindiği" sonucuna varıyorum.

Bakalım "Pusu" senaryosu yazanlar, kendilerine kurulmuş bu pusudan nasıl kurtulacaklar.

Bekleyip göreceğiz...

19 Mayıs 2009 Salı

Gül'ün ömrü her daim az mı olur?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir süredir Güneydoğu meselesi etrafında söylediği sözler, özellikle 'Tarihi Fırsat' sözü ile gündemde iken, dün gündemde olma hali ve içeriği, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin aldığı bir kararla dönüşüm geçirdi.

Mahkeme aldığı kararla, Gül'e dair Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, 'kayıp trilyon' davasından 'kovuşturma yapılmasına yer olmadığına' ilişkin kararını kaldırdı. Mahkeme bunu yaparken Cumhurbaşkanı için 'şüpheli' ifadesini de kullanarak, görünüşte hukuki esasta ise siyasi tartışmaları ateşledi.

Türkiye 'Kurumlar üzerinden muhalefet' geleneğine sahip, bu konuda son derece birikimli, tecrübe sahibi bir ülke ve belki de Dünya'da bu anlamda başkaca bir muadili yok. Abdullah Gül'ün sanığı olmadığı ve yargılanmadığı bir dava ile ilgili olarak, şu anda oluşturulmaya çalışılan durumun, Gül'ün Çankaya adaylığı açıklandıktan sonra ortaya atılan ve E-Muhtıra ile desteklenen 367 garabetinden çok da bir farkı yok. Bu gün sorulması gereken "367, Gül Çankaya'ya çıkmasın diye sahnelenen bir piyes iken, bu gün sahnelenen oyunun amacı ne?" sorusudur.

Çankaya'nın imajı ve itibarına darbe indirmek adına seçilen zamanın 'Tarihi Fırsat' ile işaret edilen zamanla çakışması bizi yeniden 'çarpışan iradeler' gerçeği ile yüzleştiriyor. Çankaya Türkiye'nin kronik problemlerinin çözümünde aktif rol alma iradesi sergiledikçe benzer çıkışlarla 'Gül'ün ömrü az olur' türküsünün terennüm edileceğini kestirmek güç değil. Bu günden bilemediğimiz, Türkiye'nin problemlerini aşma iradesi karşısında, problemlerden beslenenlerin 'direnme' iradelerinin ne kadar dayanacağı ve bu süreçte kaybedilecek zamanın ne kadar olacağı.

Sancısız değişim/dönüşüm olmuyor, Nisan 2007'den bu yana yaşadıklarımız bunu bir kez daha gösterdi. Süreç sonunda kazanan Türkiye olacaktır...

30 Mart 2009 Pazartesi

Seçmen işini bilir...

Türkiye dün sandık başındaydı. 29 Mart Yerel Seçimlerinde Millet İradesinin ne yönde tecelli ettiği, seçmenin verdiği mesaj, an itibariyle artık netleşmiş durumda. Önümüzde duran tablo bizlere önemli mesajlar fısıldıyor. Bunlardan birincisi ve tartışmasız olan seçmenin İktidar'a ciddi bir uyarı yaptığı, "ihtar" verdiğidir. Bu ihtar daha önce sözünü ettiğim "yeni dönem"in temel karakteristiğinin altını çizmesi ve seçmen bilincine yaptığı gönderme açısından çok önemli bir mesajdır.

Örtülü DETENTE teklifi başlıklı yazımda belirttiğim gibi "Türkiye'de siyasal taleplerinden feregat edip iktidar kalabilme dönemi mutlak manada bitmiştir. Ulaşılan toplumsal bilinç, siyasi temsil görevini üstlenenleri, kendileri için belirlenen ve meşruiyeti olmayan kırmızı çizgilere riayet etme iradesi gösterdiği anda cezalandıracak olgunluğa ulaşmış bulunmaktadır."

Bu teşhisten hareketle rahatlıkla AK Parti'nin, hakkında açılan "Kapatma Davası" süreci sonunda yaşadığı kısa süreli ve düşük yoğunluklu sarsıntının, Türkiye'yi okumada verdiği "anlam/eksen kayması sinyali"nin seçmen tarafından, ilk fırsatta açıkça cezalandırıldığını söyleyebiliriz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da alınan sonuçların salt "etnik milliyetçilik" ekseninde ele alınması bu açıdan bakıldığında son derece yanlıştır. Siirt, Mardin ve Tunceli'de seçmenin İl Genel Meclisi ve Belediye Başkanlıkları tercihlerinde gözlemlenen farklılık, yine bu açıdan baktığımızda çok anlamlıdır.

Seçim kampanyaları boyunca basınımızda sık sık dile getirilen seçimin seçmence "genel seçim" havasında değerlendirileceği tespitinin aksine seçmen, Türkiye'nin önemli bir bölümünde, Çanakkale, Manisa, Balıkesir, Uşak, Isparta, Eskişehir, Adana, Mersin, Şanlıurfa gibi illerde, İl Genel Meclisi ve Belediye Başkanlıkları tercihlerinde gözlemlenen farklı tercihi ile "yerel seçim" bilinci içinde hareket ettiğini göstermiştir. AK Parti özelinde, anılan illerin önemli bir bölümünde (ve ilçelerinde) aday tespitlerinde tabanın/teşkilatın sesinden çok, İl Milletvekillerinin tercihlerinin öncelenmesine karşı seçmenin İl Genel Meclisi ve Belediye Başkanlıkları tercihlerinde gözlemlenen farklı tercihi, 29 Mart Yerel Seçimlerinde seçmenin verdiği ikinci önemli mesajdır.

Seçim'in, İktidar'ın oy kaybının gölgesinde kalacak olan bir diğer mesajı Ana Muhalefet'e dönük olanıdır. Geriye dönüp, bundan önce defaatle benzer mesajlara muhatap olmuş Ana Muhalefet'in "mesaj okuma/algılama" kaabiliyetine baktığımda, 29 Mart'ta verilen mesajın doğru okunacağına dair bir ümide kapılamıyorum.

Sandık sonuçlarından hareketle ifade edilebilinecek bir diğer ilginç nokta da, iç kamuoyunda seçim kampanyaları boyunca muhalefet ve merkez medya tarafından en sık işlenen "ekonomik kriz" temasının, halkın gözünde yeterli inandırıcılığa sahip olmadığının sonuçlardan okunuyor olmasıdır. En azından seçmenin şimdilik bu noktada İktidar'a bir fatura kesmediği söylenebilir.

Netice itibariyle ve totalde bu seçim ve sonuçları, bir kez daha halkına/milletine güvenmeyen, seçme/seçilme erk ve rüşdü noktasında şüphe izhar eden anlayış ve sahiplerine "seçmen işini bilir" dersi ve mesajını vermiştir.

Sonuçlar vatana/millete hayırlı/uğurlu olsun...

24 Mart 2009 Salı

Amuda kalktılar, daha ne yapsınlar!




Kanal B izlemem, uydu alıcımda kanal listesindeki konumu nedir onu bile bilmem.

Bu hadiseyi görünce "konuya dair bir açıklama vs var mı?" diyerek akşam saatlerinde bir bakayım dedim.

Baktım ki, video içeriği ile mütenasip olarak Nahit Duru abimizin karşısında Saadet Partisi Bağcılar adayı Mukadder BAŞEĞMEZ oturuyor!

E güzel, Mukadder bey ve Saadet Partisi'ne de elbette Türk Televizyonları kapılarını açmalı.

Esas mevzumuza dönersek ifade etmeden geçemiyeceğim, Nahit abimiz çok haksız ve acımasız konuşmuş. Doğan Medyası Kılıçdaroğlu için neredeyse amuda kalkmış durumda, ekstra yapabilecek neleri var ?

Türkçe'nin bülbülü Mehmet Ali Birand konuğu Kılıçdaroğlu'na milyonlar önünde ekranlarda "İnşallah kazanıcağnız" bile dedi, daha ne olsun!

Bundan sonra Nahit abimizin sıkı izleyicisiyim...

18 Şubat 2009 Çarşamba

Ayrı değil, aynı...

Kurtlar Vadisi Projesi, 2003-2006 aralığında, Türkiye'de siyasi alanı dizayn etmek, sivil alanı daraltmak, darbe ortamına zemin hazırlayarak yönetme erkini ele geçirmek ve askeri vesayet rejimi oluşturmak isteyen militarist güçlerce, amaçları doğrultusunda 'piskolojik operasyon' kapsamında kullanılan bir araç mıydı?" sorusuna, Türkiye gerçeğini bilen ve söz konusu diziyi söylenen tarih aralığında izleyenlerin verebileceği cevap 'Hayır' dır.

Tam aksi istikamette, ciddi enformasyon yapmış bir dizi için bunları söyleyebilmek, salt 'yaşanmış gerçekliklerden kopmak'la izah edilemez.

Son iki yazımda, bir süredir, Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı ismi üzerinden, maksadı Türkiye'nin son iki yılına damgasını vurmuş, kamuoyunun 'Ergenekon Operasyonu' ismiyle andığı sürecin kamil simülasyonunu (Kütahyalı ve benzeri düşünenler, KV'nin 'savcılı' bölümlerine göz atsın) 2003-2006 döneminde Türk Televizyonlarında, Sinema/TV tekniği ile ekranlara taşımış, izleyici kitlesini işlediği konu açısından ciddi anlamda enforme etmiş, bu gün yaşanan 'kompleks' sürecin ve halen devam eden davanın topluma hiç yadırgatıcı gelmemesi, bu konudaki başarısına bağlanmış bir çalışmanın 'etkisizleştirilmesi' olduğu çok açık, bizatihi bir 'ters manyel' örneği/denemesi olan 'karartıcı' propaganda'yı ele alıyorum.

Ve bunu yaparken bir soruyu gündeme getiriyorum : "Kurtlar Vadisi Terör, hangi dönemde, nasıl bir kampanyayla ve neden yayından kaldırıldı ?"

Bu sorunun arka planında bariz bir gerçekliğe gönderme yapılıyor, soru ile amaçlanan, "'Kurtlar Vadisi Projesi'ni 'Ergenekon yapılanmasının en başarılı projesi'" olarak gören akıla, "'KV Terör'ü yayından kaldıran irade ile, Türkiye'de darbe ortamı hazırlayıp, Askeri Vesayet Rejimi'ne geçiş hazırlığı içinde olan irade ayrı mı, aynı mı?" sorusunu sormuş olmak ve bu vesile ile atılan 'ters köşe' çalımını afiyetle yediklerini muhataplarımıza hatırlatmak.

Şubat 2007'de ekranlara merhaba diyen, birinci bölümünü 30 Milyon İnsanın izlediği Kurtlar Vadisi Terör çalışmasına dair çürütücü kampanya, çalışma henüz yayınlanmaya başlamadan, dizinin tanıtımları dönmeye başlamışken start almıştı.

Korkunç bir kampanya ile, henüz tek bir bölümü izlenmemiş bir dizi için 'iç barışımızı tehdit edecek, şiddeti körükleyeyip faşizan güdüleri tahrik edecek' gibi, dizinin 1. bölümü ekranlara geldikten sonra 'karartıcı' mahiyeti açığa çıkan argümanlarla, çalışma hedef tahtasına kondu. Ardından izlenen 1. bölüm ile çalışmanın, Türkiye'nin yakın geçmişine ipotek koyan, binlerce İnsanımızın canına malolan, ülke kaynaklarını sömüren, iç barışımızın sağlanması önündeki en büyük engel Terör belasının iç-dış bağlantılarına zoom yapacağı ve bu işlemde 2003-2006 döneminde gerçekleştirdiğine benzer bir başarıyı yakalayacağı anlaşılınca, kampanyanın dozu arttırıldı ve hiç öngörülemeyen tarzda, örneği olmayan bir uygulama ile dizi yayından kaldırıldı.

Kampanyanın medya ayağının ana güdücüsü 'Doğan Medya Gurubu' idi. RTÜK'e diziyi şikayet edenlerin on binleri aştığını da, dizinin doğu ve güneydoğu anadolu'da ne denli rahatsızlıkla! karşılandığını da Doğan Medya Gurubu'na bağlı yayın organlarından, 'ayran kabartan' retorikler eşliğinde öğrendik. Bir başka ilginçlik! dizi'nin yayından kaldırıldığının duyurulduğu gün yaşandı. 'Siyah' kod adı ile maruf olduğu söylenen, dönemin Sabah yazarı köşesinde, Kurtlar Vadisi Terör bağlamında "Askerler
son derece rahatsız" diyerek işaret fişeğini ateşlemişti.


Yapımcı firma ve yayıncı kuruluş, RTÜK tarafından Show TV'nin yayın lisansının iptali ile tehdit edildiğini, çalışmanın RTÜK baskısı ile 'sansürlendiğini' söylüyor, RTÜK Başkanı ise 'yok öyle bir şey' diyordu. Dizinin yayından kaldırılmasının görünürdeki faili, RTÜK'e diziyi kişayet eden 'Vatandaş Ahmet'ti.

O dönem, 'Faili Meçhul' olarak kalan bu eylemin gerçek failleri ile yüzleşebilmek için, takvimlerin Mart-Nisan 2007'yi işaret etmesi beklenecekti.

Bu dönemde Türkiye, yakın tarihte, nispeten 'uyku halinde' bulunan Terör saldırılarının ani bir ivme ile yükselmesi gerçeği ile yüzleşti. Terör eylemleri sonucu neredeyse her gün bir ilde, Şehit Cenazesi Töreni ve bu törenlerde, siyasi iktidarı hedef alan ve dozu yükselen protestolar gördük. Aynı dönemde Türkiye bir yandan da Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi sıcak bir gündem maddesini tartışıyor, bütün bunlar olurken bir yandan da, ülkenin büyük illerinde adına Cumhuriyet Mitingleri denen ve o dönem başkanlığını Şener Eruygur’un yaptığı ADD öncülüğünde düzenlenen bir dizi miting, ülke gündeminde terörle birlikte bir numaraya oturuyordu.

Mart-Nisan 2007 aralığının ilk ve son çeyreğinde yaşanan 2 hadise de, söz konusu zaman diliminin 'seçilmişliği' açısından manidardı. 13 Mart 2007'de, Gazeteci Şamil Tayyar, köşesinde Özden Örnek'e nispet edilen 'Darbe Günlükleri'nden söz etmiş, 18 Nisan 2007 tarihinde Malatya'da, 'Zirve Yayınevi'ne düzenlenen saldırıda üç kişi öldürülmüştü.

Yani ?

Yani, Türkiye'nin yakın geleceğinin en büyük problemine, onun iç ve dış bağlantılarına zoom yapacak Kurtlar Vadisi Terör, tam da, nispeten 'uyku halinde' olan Terör'ün tekrar uyanacağı, Türkiye'nin 2003-2004 döneminde 2 darbe girişimini atlattığı gerçeği ile yüzleşeceği, 'Tehlikenin Farkında Mısınız?' kampanyası ile birlikte Cumhuriyet Mitingleri denen organizasyonlarla siyasi alanın, atlatılan darbe girişimlerinin en etkin aktörlerince dizany edilmesi girişimlerinin yaşanacağı zaman diliminin hemen arafesinde yayından kaldırıldı.

Karşımızda duran tabloda gördüğümüz, Kurtlar Vadisi Terör'ü yayından kaldıran iradenin, Mart-Nisan 2007 aralığında 'uyuyan' Terör'ün uyanacağını, ülke gündeminde birinci sırada yer alacağını bilen, toplum nazarında söyledikleri hüsnü kabul görmüş/görecek ve 'Terör olgusunu işleyecek' bir çalışmanın, o dönemde ekranlarda bu olgunun arka planına zoom yapması sonucu, 'tırmanan terör'le elde edilmesi umulan sonuçları sakatlayacağından endişe eden, bunu engellemek için 'medya ayağında güçlü partnerlere' sahip olan bir irade olduğudur.

Bütün bunlarla birlikte, bu gün 'Ergenekon Operasyonu'nun tam karşısında, savunma pozisyonunda konumlananlarla 'Kurtlar Vadisi Terör yayından kaldırılsın' kampanyasını güdenlerlerin aynı odaklar olduğu ile, RTÜK'ten geldiği söylenen baskıya 'boyun eğen' ve ciddi bir direnç göstermeyen kanalın sahibinin, yakın tarihte Kütahyalı'nın Gazetesinde afişe edilen bağlantılarını aynı anda ele aldığımızda vardığımız sonuç : "KV Terör'ü yayından kaldırtan iradenin, tırmanacak Terörü ve bunun toplum kesimlerinde uyandıracağı infali siyasi-sivil alanı daraltmak, yeniden dizayn etmek için kullanacağı, toplumda oluşacak kutuplaşmaları tahrik ederek meydana gelecek kaos ortamından bir vesayet rejimi devşirmeyi planlayan irade" olduğudur.

Dolayısıyla "'KV Terör'ü yayından kaldıran irade ile, Türkiye'de darbe ortamı hazırlayıp, Askeri Vesayet Rejimi'ne geçiş hazırlığı içinde olan irade ayrı mı, aynı mı?"sorusunun cevabı "aynı" dır.

Bu gerçeklerle yüzleşmesi gereken Rasim Ozan Kütahyalı, bu yüzleşmenin hemen akabinde kendisine "Beni kim(ler) ne amaçla yönlendiriyor?" sorusunu sorup, özeleştirisini yapmalıdır ki "Kimler adına ve ne amaçla 'ters manyel' yapıyorsun?" sorusuna muhatap olmasın...

17 Şubat 2009 Salı

AZ SONRA...

Dün gece, bir arkadaşım aradı ve ÜLKE TV'de yayınlanan, Gazeteci Turgay Güler'in hazırlayıp sunduğu SIRADIŞI programına Rasim Ozan Kütahyalı'nın konuk olduğunu söyledi.

Televizyonun karşısına geçtim ve konunun, Kütahyalı'nın son dönemde bir dizi yazı ile yetinmeyip, kanal kanal gezerek de işlediği "Kurtlar Vadisi-Ergenekon Yönlendirmesi" kurgusu olduğunu gördüm. Konuyu daha önce ele aldığım yazının finalinde Kütahyalı'ya bir soru sormuştum, aynı soruyu e-posta yolu ile programa ilettim. Sorumuz malum : "Kurtlar Vadisi Terör, hangi dönemde, nasıl bir kampanyayla ve neden yayından kaldırıldı ?"

Sağolsun Turgay Güler, e-posta'yı okudu ve soruyu muhatabına yöneltti. Fakat ne Kütahyalı'dan, ne de sonra topa giren Güler'den makul bir cevap alamadık, esasen alamazdık da. Zira sorulan sorunun arka planında yatan gerçek aglılanmış olsaydı ne Kütahyalı Kurtlar Vadisi hakkında dillendirdiği kurguyu 'servis' ederdi, ne de Turgay Güler bu servise ev sahipliği yapardı. Bu sebeple doğru/makul cevap alamamanın ötesinde, sorulan sorunun kapsama alanı ile örtüşmeyen, esasen yeni sorular soran ve Kütahyalı'nın tezi ile de mütenasip olmayan sorulardı, yanıt kabilinden verilenler.

Bu yüzden, sorduğum sorunun bana göre sahih cevabını vermek, boynumun borcu oldu.

Tam bu noktada "KV Terör'ün yayından kaldırılması ile Rasim Ozan Kütahyalı'nın dile getirdiği iddialar arasında nasıl bir bağlantı var?" sorusu akla gelebilir. Bu sebeple önce ve kısaca tekrar Kütahyalı'nın, patentinin kendisine ait olduğunu da sanmadığım, son günlerde büyük bir heyecanla dile getirdiği kurgusuna göz atmamız gerekiyor.

Dile getirilen iddia kabaca şöyle : "Kurtlar Vadisi çalışması, 2003-20006 döneminde, Türkiye'de darbe ortamı hazırlamak isteyenlerce yönlendirilmiş bir piskolojik harp çalışmasıdır. Kurtlar Vadisi'ni hazırlayan ekibin Milliyetçi-Muhafazakar aidiyet bağları üzerinden izleyiciye "ters manyel" yapıldı, "bizim çocuklar" gözüyle bakılanlar eliyle söz konusu kitleye "ayar" verildi. Bunda büyük başarı sağlandı, o sebeple Ergenekon yapılanmasının en başarılı projesi Kurtlar Vadisi’dir."

Yani ?

Yani, "Kurtlar Vadisi projesi, Türkiye'de siyasi alanı dizayn etmek, sivil alanı daraltmak, yönetme erkini ele geçirmek, askeri vesayet rejimi oluşturmak isteyen militarist güçlerce, bu amaca dönük olarak, kitleler üzerinde 'piskolojik operasyon' kapsamında kullanılan bir araçtır" diyor Kütahyalı.

'Kurtlar Vadisi Projesi' toplumu manipüle etmek, siyaseti vesayet altına almak, Türkiye'yi darbe ortamına sürükleyerek, yönetme erkini ele geçirmek isteyenlerce kullanılan bir araç ise, bu aracın, "Kurtlar Vadisi Terör" versiyonuna itiraz edenler, başlattıkları kampanya ile yayınlanmasını engelleyenler karşı kutupta yer alanlar olmalı.

Acaba gerçekte durum bu mu ?

Bu soruya verilecek yanıt için, önce kurgunun ön kabulüne ve bunun en büyük dayanak noktasına bakmamız gerekiyor.

Kütahyalı'nın bu tezi temelendirmek adına kullandığı yegane argüman, Kaşif Kozinoğlu imzalı olduğu söylenen MİT Raporu. Kütahyalı'nın bir yazısında değindiği gibi söz konusu rapor 19 Mayıs 2005 tarihinde Milliyet Gazetesinde haber olmuştu. Rapor'a Milliyet üzerinden göz atalım :

"Organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı'yla bağlantılı olduğu iddiasıyla İstanbul'da yargılanan MİT'çi Kaşif Kozinoğlu'nun, Cumhurbaşkanlığı'ndan MİT'e gelen ihbar mektubunun araştırılması kapsamında 2004'te hazırladığı ve Müsteşar Şenkal Atasagun'a sunulan 2 sayfalık rapordaki saptamalar, 12 maddede toplandı. Kozinoğlu'nun, teşkilat bünyesinde, hakkında yürütülen idari soruşturma kapsamında kendi faaliyetlerine delil olması için MİT başmüfettişine verdiği, ilgili dosyaya giren raporu, - içindeki bazı yanlış ifadelerle birlikte- şöyle:

-Dizi, halen cezaevinde bulunan Karagümrük çetesi lideri Nuri Ergin'in (Nuriş) yönlendirmeleri ile senarist Raci Şaşmaz ve yönetmen Osman Sınav tarafından gerçekleştirilmektedir.

-Dizideki tiplemeler, Ergin tarafından dikte ettirilmektedir. Dizideki Çakır, Ergin'in gerçek hayattaki rakibi Çakıcı'dır. Cerrahpaşa çetesi lideri olarak canlandırılan 'Halit', 'Ergin'dir. Dizide "Çakır", "Halit" tarafından vurulmuştur.

-Dizinin finansörü olarak görünen Tahir Kıran, armatör Turgut Kıran'ın oğlu, Şadan Kalkavan'ın da ortağıdır. Dizinin esas finansörü iki kardeş Sedat ve Vedat Kasım'dır. Yavuz Ataç ve Korkut Eken'le irtibatlıdırlar. Anılanların arasında Show TV Genel Yayın Yönetmeni Soner Yalçın bulunmaktadır. (Ancak Yalçın hiç bir zaman söz edilen görevde bulunmadı.)

-Dizinin senaristi Raci Şaşmaz, Elazığ'da ikamet eden Kadiri Cemaati lideri ve eski Elazığ Milletvekili Abdülkadir Şaşmaz'ın akrabasıdır. (Raci Şaşmaz, Abdülkadir Şaşmaz'ın bizzat oğludur.) Abdülkadir Şaşmaz, diziyle ilgili Raci Şaşmaz'ı yönlendirmektedir. Polat karakterini canlandıran Necati Şaşmaz, Raci Şaşmaz'ın kardeşidir. Gece hayatı ve mafyayla yakınlığıyla tanınmaktadır.

-Ağar'ın da Abdülkadir Şaşmaz ile yakın ilişkisi olduğu ifade edilmektedir. Ağar, dizinin yönetmeni ve ülkücü görüşü benimseyen Osman Sınav'la da İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptığı dönemden beri yakinen tanımaktadır.

-Raci Şaşmaz ile Sınav, dizide yer alan devlet - mafya - güvenlik güçleri arasındaki ilişkilerle ilgili argümanları Jandarma İstihbarat Başkan Yardımcısı Albay H.A.U.'dan almaktadır. U, 9 Ekim 2003'te Jandarma Genel Komutanlığı'nın 0312 278... no'lu telefonundan, Sınav'ın 0532 312.... no'lu cep telefonunu aramıştır.

-U'ya yakın Jandarma Astsubay Başçavuş T.Ü., Raci Şaşmaz ve Sınav'la irtibat kurmuştur.

-Diziye yönelik ihbar mektubunu gönderen şahıs, muhtemelen, Çakıcı ile iş irtibatı bulunan, Jandarma Binbaşı M.Ö.'dur.

-Raporda, görüşme yapılan telefon numaralarının bilgisayar sistemi üzerinden yapılan sorgulama işlemi sırasında mı, mahkeme kararıyla yapılan teknik dinlemede mi saptandığı belirtilmedi."

Evet, işte tezin temel dayanağı bu rapor. Rapor'un neden yazıldığı, ilk bakışta, Vadi'nin üstün körü izleyicilerinin dahi yakalayabileceği çelişkileri, buradan hareketle varılan yanlış hükümleri ve diğer konuları topyekün ele alıp, raporu irdeleyelim :

1- Rapor Kozinoğlu imzalı. Kozinoğlu, Alaattin Çakıcı'yla bağlantılı olduğu iddiasıyla yargılanan bir isim.

2- Kozinoğlu raporu, "hakkında yürütülen idari soruşturma kapsamında kendi faaliyetlerine delil olması için MİT başmüfettişine veriyor".

3- Rapor'da Osman Sınav ve Raci Şaşmaz'ın Nuri Ergin tarafından yönlendirildiği ve dizideki tiplemelerin, Ergin tarafından dikte ettirildiği söylendikten sonra "Dizideki Çakır, Ergin'in gerçek hayattaki rakibi Çakıcı'dır. Cerrahpaşa çetesi lideri olarak canlandırılan 'Halit', 'Ergin'dir. Dizide 'Çakır', 'Halit' tarafından vurulmuştur." deniyor.

Kurtlar Vadisi'nin üstün körü izleyicilerinin dahi burada derhal yakalayabileceği çelişki, rapor'un bir şeyleri ortaya çıkarmaktan ziyade örtmeyi amaçladığını ele veriyor. Kurtlar Vadisi'nin ilk dönemecinde, anlattığı hikayede merkezi bir yeri olan 'Çakır' karakteri ve onun Vadi izleyicisi ile kurduğu ilişkiyi bilen birisinin, bu karakteri Allattin Çakıcı'yı günahı kadar sevmediği noktasında hiç bir tereddüte mahal olmayan Nuri Ergin'in dikte ettiğini nasıl ima edebilir ?

Türkiye günlerce, "Vadi'de hayatını kaybeden Çakır için kılınan gıyabi cenaze namazlarını" ve bunun etrafında yaşanan tartışmaları konuşmadı mı ?

"Çakır karakterinin, Halit karakteri tarafından vurulduğu" doğru olmakla birlikte, senaryo içinde süreç, önce Polat Alemdar karakterinin Çakır'a biat etmeyen Halit'in kardeşini öldürmesi, ardından Çakır'ın Halit tarafından vurulması, en nihayetinde de Halit'in Çakır'ın en sadık adamı tarafından boğularak öldürülmesi şeklinde gelişmiştir. Bu durumda Ergin tarafından, önce kardeşinin öldürülmesinin, ardından da kendisinin boğazlanmasının yapımcı ve senaristlere dikte ettirilmiş olduğuna inanmamız beklenmekte!

4- Söz konusu raporda Soner Yalçın için "Show TV Genel Yayın Yönetmeni" denilmekte, ancak Milliyet'in de belirttiği gibi Yalçın hiç bir zaman sözü edilen görevde bulunmamıştı.

5- Rapor'u hazırlayanların konuya ne denli vakıf! olduklarını gösterir bir diğer nokta, Abdülkadir Şaşmaz için "Raci Şaşmaz'ın akrabası" denmesi. Gazetenin altını çizdiği gibi Abdülkadir Şaşmaz Raci Şaşmaz'ın babasıdır.

Beş madde halinde sıralamaya çalıştığım bu çelişkiler ve maddi hatalar, rapor'un Kütahyal'ı için en cazip kısmına, Raci Şaşmaz ile Osman Sınav'ın, Jandarma İstihbarat Başkan Yardımcısı Albay H.A.U (Küyahyalı kastedilenin Hasan Atilla Uğur olduğunu ifade ediyor) ile aralarında geçtiği söylenen telefon trafiği ve söz konusu Albay ile dizi ekibi arasında irtibat sağlayan Başçavuş bilgisine kuşkuyla bakmamıza kafidir.

Bütün bunları göz ardı edip, varolduğu söylenen "telefon irtibatı"nı da gerçek saymamız durumda dahi, Kütahyalı'nın kurgusuna "olabilirlik" kazandırmak adına, Kurtlar Vadisi'nin senaryosundan destekleyici donelere ihtiyaç vardır.

Peki bu doneler var mıdır ?

Net cevabımız : kesinlikle yoktur.

Bu soruya, bütün bir serüveni boyunca, devlet içinde yuvalanmış, kendilerine verilmiş hak ve yetkileri kötüye kullanan, "vatan-millet-sakarya" retoriği ardına gizlenip, şahsi menfaat devşiren çetelerin gizli ve kirli bağlantılarını, ilişkiler ağını afişe etmiş bir çalışma söz konusu olunca nasıl "var" denebilir ki ?

Kurtlar Vadisi startını, "amacı önce siyaseti sonra bütün bir devleti kontrol edip ele geçirmek olan, içinde iş dünyasından, bürokrasiye, mafya yöneticilerinden hukuk adamlarına, uluslararası sermaye ve istihbarat örgütü temsilcilerine kadar, geniş bir yelpazede katılımcısı olan mafyöz bir yapılanmanın" resmini çizerek yapmış, dizinin 1. bölümü sözü edilen yapılanmanın ard arda işlediği 3 cinayet ile başlamıştır.

Bu 3 cinayet, kamuoyunun adına "Susurluk" dediği süreçte çokça gündeminde olan, Behçet Cantürk (dizide Behiç Türkcan), Savaş Buldan (dizide Baris Bulmaz) ve Ömer Lütfi Topal (dizide Önder Zülfü Kosal) cinayetleriydi.

Kurtlar Vadisi, serüvenine bu 3 cinayetin işlenme emrini veren yapılanmanın varlığını anlatarak ve söz konusu yapılanma ve kullandığı mekanizmaları çökertmek adına mafya içine yerleştirilen 'sivil istihbarat' elemanını tanıtarak başlamıştır.

Ve Kurtlar Vadisi'nin, Kütahyalı'nın belirttiği dönem boyunca, 2003-2006 kuşağında işlediği tema, cinayet ve provokasyonlar düzenleyen, ekonomik manipülasyonlar yapan, uyuşturucu ve silah ticaretini kontrol eden, kumar ve vuhuş organizatörlüğüne el atan, bütün bu alanlardan büyük rant araçlarına sahip ve en tepede, bütün mekanizmayı kontrol eden bir konseyin yer aldığı 'Gizli Örgüt'ün Türkiye içinde nasıl bir fonksiyon icra ettiği, dışa bağımlı bir yapılanma olduğu ve ülkenin başına bela bu yapılanmanın tasfiye süreci oldu.

Bu tema mı Türkiye'yi darbe ortamına hazırladı ?

Bu anlatılanlar mı, söz konusu dönemde hangi zihniyetin kontrolünde olduğunu bu gün artık herkesin bildiği JITEM redaksiyonu ?

Bunları söyleyebilmek için, kimin tarafından hazırlandığı ve içerdiği çelişkiler ortada olan bir rapor, yada onlarca karakter içinde para düşkünü portresi ile bir tek 'İplikçi' karakteri yeterli mi ?

Asla.

Kurtlar Vadisi Pusu'nun, açıklanmış ve fakat kamuoyunu çok da tatmin etmemiş sebeplerle ekranlarda olmadığı bir sırada, bu denli hatalı, gerçeklerle örtüşmeyen ve çalışmanın, ilk gününden bu yana anlattıklarına gözlerini yumarak, 'karanlıkta ıslık çalan' bir kurguyla suçlanması, akla başka sorular getirmektedir.

Kurtlar Vadisi Pusu'yu hazırlayan ekip üzerinde "bunlar hükümetin güdümünde" eleştirileri ile baskı oluşturulmaya başlandığı bir süreçte dile getirilen bu tez, daha önce ifade ettiğim gibi bizzat bir "ters manyel" örneğidir ve Kurtlar Vadisi'nin son dönemeçte, "Pusu serisi" ile, serüveninin başından bu yana anlattıklarını daha somutlaştırmasından rahatsızlık duyanların, dizinin verdiği mesajları etkisizleştirme çabalarına lojistik destek olmak ötesinde bir anlam taşımamaktadır.

Buraya kadar, Kütahyalı sözcülüğünde dillendirilen kurgunun ön kabulü, en büyük dayanağı ve içeriğinin eleştirisi yaptık, meselenin nasıl yanlış ele alındığını ortaya koyduk.

Şimdi sıra, esasen bu kadar teferruata girmeye mahal bırakmadan, dillendirilen iddianın mesnetsizliğini ve Kurtlar Vadisi'ni yönlendirildiği iddia edilen çevrelerle Kurtlar Vadisi'nin irtibatının ne olabileceğini ortaya koyan, Rasim Ozan Kütahyalı ve onun ifade ettiği kurguyu benimseyenleri kendi mantıkları içinde yakalayan soruya ve cevabına geldi ancak yazımız çok uzadı.

Soru : "Kurtlar Vadisi Terör, hangi dönemde, nasıl bir kampanyayla ve neden yayından kaldırıldı ?" idi

Bir sonraki yazıda, bu sorunun cevabı ile birlikte bir başka sorunun cevabı da verilmiş olacak : "Vadi üzerinden ters manyeli gerçekte kim yapıyor?"

12 Şubat 2009 Perşembe

Vadi üzerinden "ters manyel"i gerçekte kim yapıyor?

Taraf Yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, bir süredir Kurtlar Vadisi üzerine yazıyor. Yazılarındaki temel tez şu : "Kurtlar Vadisi, 2003-20006 döneminde, Türkiye'de darbe ortamı hazırlamak isteyenlerce yönlendirilmiş, başarılı bir piskolojik harp çalışmasıdır." Kütahyalı, dizinin yapımcısı ve başrol oyuncusunun "kimlik"lerinden hareketle izleyiciye "ters manyel" yapıldığını, milliyetçi-muhafazakar kitlelerin "bizim çocuklar" gözüyle baktıkları isimler eliyle ters istikamette yönlendirildiğini, hatta bu durumdan iktidarın da azade kalamadığını ifade ediyor.

Bütün bu iddialı kurguyu "Ergenekon yapılanmasının en başarılı projesi yeniden söylüyorum Kurtlar Vadisidır" diyerek finalize ediyor.

Kütahyalı, Kurtlar Vadisi'nde "yabancı düşmanlığı", "devlete hakim ideolojinin ötekileştirdiği toplum kesimlerini dışlamak" gibi, Vadi izleyicilerinin "hilafı hakikat" oldukları noktasında birleşeceği zayıf ve tutatsız tespitler dışında, bu kurguyu temelde ve sadece Kaşif Kozinoğlu imzalı olduğu söylenen, 2004 tarihli, MİT müsteşarı Şenkal Atasagun’a sunulan bir rapora, o raporda bu dizinin o dönemdeki yapımcısı Osman Sınav ile, bu gün Ergenekon Operasyonu kapsamında tutuklu bulunan, söz konusu dönemde Jandarma İstihbarat Başkan Yardımcısı olan Albay Hasan Atilla Uğur arasındaki bağlantılara dair yer alan bilgilere bağlıyor.

Kütahyalı "Bu raporda Osman Sınav’ın cep telefonunu Atilla Uğur’un direkt Jandarma Genel Komutanlığı’ndan aradığı belirtiliyor. Numaralar veriliyor... Atilla Uğur ile Osman Sınav’ın 9 Ekim 2003’te yaptığı konuşmanın detayları raporda var..." diyor, devamla "MİT raporunda Atilla Uğur’a yakın bir Jandarma Astsubay Başçavuşu ile Raci Şaşmaz ve Sınav’ın yakın irtibatından da bahsediliyor..." demeyi de ihmal etmiyor.

Evet, hepsi bu...

Dizinin yayında olmadığı bir dönemde karşılaştığımız bu "kurgu" bu bilgiye ve daha sonrasında, dizi içinde cereyan ettiği söylenen ancak somutlaştırılamayan kimi karelere bağlanıyor.

En son söyleyeceğimizi baştan ifade edelim, bu kurgu, yani "Kurtlar Vadisi ile milletçi-muhafazakar kitle üzerinde ters manyel yapıldı, darbe ortamı hazırlanmasına katkı sağlandı" iddiası bizzat bir ters manyel girişimidir.

Yaşanmış gerçeklikle örtüşmeyen, bu diziyi en başından bu yana izleyen seyirci kitlesinin algısı ve zekası ile alay etmek olarak niteleyebileceğimiz bu kurgu, Kurtlar Vadisi'nin son dönemeçte, "Pusu" serisi ile, serüveninin başından bu yana anlattıklarını daha somutlaştırması ve kimi mesajlarını artık çokça "didaktik" bir dille de vermeye başlamasından rahatsızlık duyan, diziyi "hükümetin güdümünde" olmakla yaftalamaya çalışanların bakış açıları ile "makul" karşılanabilinecek ve aynı çevrelerin "amacına" hizmet edecek bir denemedir.

Kurtlar Vadisi, bütün bir serüveni boyunca, devlet içinde yuvalanmış, kendilerine verilmiş hak ve yetkileri kötüye kullanan, çokça "vatan-millet-sakarya" deyip şahsi menfaat devşiren çetelerin gizli/kirli bağlantıları, ilişkiler ağına zoom yapan bir çalışma oldu ve hiç bir evresinde, sivil alanın daraltılıp vesayet rejiminin olumlanmasına alkış tutmadı, tam aksi yönde güçlü vurgular yaptı.

Kütahyalı'nın "Ben o dönem bu dizinin bir bölümünü hasbelkader izlemiştim" demesini, sonradan "dizinin tüm bölümlerinin CD’lerini edin"mesi ile birleştirdiğimizde, kendisine bu çalışmayı tekrar izlemesini tavsiye ediyoruz.

Ön yargılarından sıyrılıp, söz konusu çalışmayı tekrar dikkatle izlediğinde, üstelik hemen birinci bölümünde, amacı önce siyaseti sonra bütün bir devleti kontrol edip ele geçirmek olan, içinde iş dünyasından, bürokrasiye, mafya yöneticilerinden hukuk adamlarına, uluslararası sermaye ve istihbarat örgütü temsilcilerine kadar mafyöz bir yapılanmanın resmedildiğini, bu yapılanmanın amaçları doğrultusunda çeşitli suikast ve provokasyonlar düzenleyip ekonomik operasyonlar yaptığını, uyuşturucu ve silah ticaretinden kumar ve vuhuş organizatörlüğüne uzanan bir yelpazede çeşitli rant araçlarına sahip olduğunu(bu resim Kütahyalı'ya neyi çağrıştırıyor?) ve devletin sivil istihbarat biriminin, söz konusu yapılanmayı çökertmek adına mafya içine bir elemanını yerleştirdiğini görecektir.

Kurtlar Vadisi, anlatmaya çalıştığı girift ilişkiler ağını resmederken bazı "derin suflörlerce" beslenmiş, yönlendirilmek istenmiş, yapımcı ve senaristler de bunlardan yararlanmayı düşünmüş olabilir. Ergenekon İddianamesine bakılacak olursa, kriminal suça bulaştığı iddia edilen kimi zanlıların diziye duydukları derin alaka da manidardır, ancak bu durum, elimizde dizinin söylendiği yönde hareket ettiğine dair somut veriler(en başta senaryo) olmadan tek başına böyle bir kurguyu "sahih" kılmaya yeterli değildir.

Rasim Ozan Kütahyalı'ya, cevabını bulduğunda, kendisini bu kurguyu tekrar sorgulamaya itecek ve böyle bir kurguya yönlenmesini sağlayanlarla yüzleşme olanağı verecek bir soru soralım :


-Kurtlar Vadisi Terör, hangi dönemde, nasıl bir kampanyayla ve neden yayından kaldırıldı ?

İşte bütün gerçek bu sorunun doğru cevabında gizli...