28 Kasım 2007 Çarşamba

Ben anlayamadım, anlayan beri gelsin...

Benim için çok renkli ve bilgili bir kalemdir Fehmi Koru, onu okumadığım günü Türkiye'yi anlamak noktasında eksik sayarım. Bilindiği gibi Koru, Taha Kıvanç müstear adıyla da yazılar yazıyor, Kulis köşesi, daha çok komplo teorileri olarak biraz da dudak bükülen konuların işlendiği bir köşedir. Türkiye'de komplo teorilerine karşı takılınan tutum bana pek masumane gelmez, altında başka manalar okurum bu tip hareketlerin. Bazen "girift bilmecelerin çözümü kimilerinin işine gelmiyor mu ?" diye sorarım bazen de "çapları mı yetmiyor ?" diye düşünürüm. Her iki seçeneğin de geçerli olduğu durumlar var elbette.


Fehmi Koru, Kulis'te (Taha Kıvanç) terör ve Pkk sorununa dair ard arda 3 ilginç yazı yazdı, yazıların temel teması Pkk-Mit-Derin Devlet bağlantısı üzerine. Son dönemlerde servis edildiğini ima ettiği basınımızda yer alan bazı yazılarda işlenen konuların (
Ali Yıldırım, Pilot Necati) dile getirilişindeki safiyanelik Koru'yu ikna etmemiş, Bir başkadır benim memleketim başlıklı yazıda diyor ki :

"Bugün sizlere vereceğim ipucu şu: PKK gerçekten yok olacaksa, kuruluşu ve sonrasında kurduğu ilişkiler ağı içerisinde yer alan kişiler, örgütler ve kurumlar da ciddi sarsıntılar geçirmeye namzettir. PKK konusunda kesin kararlılık “Nereye kadar giderse gitsin” gözü karalığı olmaksızın gerçekleşemezdi. Hele bir PKK daldan düşsün başka meyveler de onu takip edecektir."

Bu paragrafın hemen ardından Bahriye Üçok suikastında adı gündemde olan Kargocu kız'ın karşımıza DTP yöneticisi olarak çıktığını bildirir bir haberi paylaşıyor Koru. İki gün sonra aynı konuya İngiliz istihbaratının IRA içindeki köstebeği Denis Donaldson örneğinden yaklaşan Ne münasebet efendim başlıklı yazısı kafamı iyice karıştırdı. Zira Koru Denis Donaldson konusunu önceki kulislerde işlediğini söyleyip ilgili yazılarına link de verince bu meraklı okuru bağlantıyı takip etti ve Denis Donaldson'un yargılanma sürecinde deşifre olmasına benzer, geçmişimizde yaşanmış Mahir Kaynak tecrübesine dair şu ilginç satırlara rastladı :

"Bizde 'ajan' olduğu devlet tarafından fâş edilmiş en bilinen örnek Mahir Kaynak'tır. Mahir Bey, 1971 öncesinde darbeciliğe meraklı bir grubun içerisine sızmıştı. 'Madanoğlu Cuntası' diye ünlenen dâvâda diğerleriyle birlikte o da yargılandı. İstihbarat birimi, nedense, dâvâ yürür giderken onun 'ajan' kimliğini deşifre ediverdi. En çok şaşıran kişi 'cunta lideri' diye yargılanan Org. Cemal Madanoğlu olmuştur herhalde...

Mahir Kaynak'ın o olaydan hareketle sarf ettiği, "Deşifre olmasam solda liderdim" cümlesi aklıma gelir... İngiliz istihbarat örgütünün (MI5), Denis Donaldson'un mahkumiyeti beklenen mahkemeye baskı yaparak dâvâyı düşürmesi gibi, MİT de, 1971'de, 'Madanoğlu Cuntası' dâvâsında, mahkemeye, Mahir Kaynak için, "Bizim ajanımızdır" diye başvurmuştu. Böyle bir deşifre yaşanmasaydı, 'sol' kesim içinde kazandığı itibar, bilgi ve zekâsıyla, Mahir Kaynak'ın 'lider' konumunu pekiştirmesi mümkün olabilirdi gerçekten...

Bu konuyu yıllar önce burada dile getirdiğimde, "Acaba deşifre olmayan ve liderliğe tırmanmayı başarmış sağda-solda birileri var mıdır?" diye sormuştum. Var olduğunu, ama bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi bildiğim halde..."


Bir gün sonra Telâşa gerek yok diye çıktı karşımıza :

"
PKK'nın tarihi aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin 'karşı-PKK tarihi'dir... Terör örgütüyle mücadele edenler de kendi ellerini kirletmiş olabilir. İstihbarat dünyasının kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği bambaşka bir âlem olduğunu da hiç unutmayalım. Gazeteci Uğur Mumcu bir siyasi cinayete kurban gitti. Kendisini öldürenler hangi sâikle hareket ettiler? Sanıkları yargılayıp mahkum eden mahkeme heyetine göre kâtiller 'irtica' ile irtibatlı kimselerdi; Cumhuriyet yazarını lâikliği savunduğu için öldürdüler.


Bu resmî teze inananlar vardır elbette, ancak konuları yakından izleyen kamuoyunun önemli bir bölümü gerekçeden de mahkum edilen tiplerden de tatmin olmadı. Sağda-solda çıkan yazılara bakılırsa, suikastı 'PKK' konusuyla irtibatlayanların sayısı az değil. "En son hangi konuyu araştırıyordu?" diye soruyor bu tezi savunanlar ve cevabı "PKK sorununu" diye veriyorlar. Uğur Mumcu konuyu araştırırken eski bir askeri savcıyla da konuşmuş ve ona PKK öncesine dair sorular yöneltmiş. "Öcalan Şafak dâvâsından yakalanmış ve içeri atılmıştı, diğer sanıkları uzun yıllar tuttunuz da onu neden bıraktınız?" sorusuna, muhatabı, "Bu sorunuza bir dahaki buluşmada cevap vereyim" demiş... İkinci buluşma hiç gerçekleşmedi.


İ
ngiltere'de ayrılıkçı terör eylemleri yapan IRA (Irlanda Cumhuriyet Ordusu) silâh bırakmaya karar verdiğinde yaşananları biliyoruz. Örgütün 'iç güvenlik sorumlusu' Freddy Scappaticci İngiliz istihbaratının örgüt içindeki 'köstebeği' olduğu ilk ortaya çıkan IRA sorumlusuydu. Ardından 'en güvenilir' IRA lideri Denis Donaldson'un da 'İngiliz köstebeği' olduğu şoku yaşandı.


Donaldson dediğiniz kişi on yıl cezaevinde yatmış. Örgütün en simge ismi Bobby Sands açlık grevi sonucu cezaevinde onun kollarında can vermiş. IRA Donaldson'a İngiliz istihbaratına ait bir birimden belge çalma görevi vermiş; aynı dönemde İngiliz istihbaratına da IRA belgelerini taşıyormuş Donaldson... Independent gazetesi, "Vay be" diye yazmıştı o günlerde, "Ne güvenilir adammış Donaldson; devlet ondan IRA belgesi beklerken IRA da devlet belgelerine onun aracılığıyla dalma derdindeymiş"

Böyle bir dünya bu.


Türkiye'de durumun bundan farklı olduğunu herhalde düşünmüyoruz, değil mi? Bizde de 'köstebek' denilecek tipler vardır her iki tarafta da; hatta iki tarafa da aynı 'sadakat' duygusuyla çalışan kişilerin varlığından bile söz edebiliriz.


PKK'da vuruşurken asıl amacı Türkiye Cumhuriyeti'ne hizmet etmek olan, ya da PKK ile mücadele ediyor görünürken aklı karşı tarafta olan... Böyleleri de var mıdır?


Var mıdır, bilemem, ama böyleleri çıkarsa hiç şaşırmam...

Şu sıralarda PKK'nın kuruluş dönemlerine ait kuşkulu yönleri ön plana çıkaranlar oluyor. Kimi 'Pilot Necati' diye bilinen kişiye, kimi Öcalan'ın eşi Kesire'nin babası Ali Yıldırım'ın MİT irtibatına dikkat çekiyor. Sanki ilk kez bu bilgileri kendileri yazıyormuş gibi... Oysa aynı tipler, Abdullah Öcalan'ın ağzından da doğrulanan o bilgileri yazan bizlere olmadık hakaretler yağdırıyorlardı.


28 Şubat'ın ünlü 'andıç' belgesi içerisinde ismi 'gazeteci' diye anılan Mahir Sayın hakkında her türlü tezviratın yapılabileceği kişilerden biri olarak görülmesine çok şaşırmıştı; Mehmet Gündem'in kendisiyle yaptığı mülakat okunduğunda, şaşkınlığının bugün bile devam ettiği anlaşılıyor... Oysa, Abdullah Öcalan'la günler süren röportajlarını 'Erkeği Öldürmek' adıyla kitaplaştırmıştı ve daha önce ancak kulaktan kulağa fısıldanan PKK ile ilgili bazı iddiaları yaygınlaştırmıştı o.


Hiçbir istihbarat örgütü ardında parmak izi bıraktığının bilinmesinden hoşlanmaz; daha önce farklı amaçla yapılmış girişimlerin yıllar sonra değişik biçimde sunulmasındansa hiç... İyi ki yurtdışında yaşıyormuş Mahir Sayın...


Uğur Mumcu'nun 'kâtilleri' yargılanıp cezalandırıldıkları ve eşi de TBMM Başkan Vekili olduğu için o suikastın kapağı bir daha açılmaz herhalde.
PKK'nın kuruluş yıllarına dair dedikoduların ortalığı sarmasından terörü bitirmeye azimli devlet birimlerinin yılacağını sanmam. İngilizler beceriksiz olduklarını Donaldson'la ispat ettiler, ama bizimkiler 1971'den bu yana çok akıllandı; geçmişte yaşanan utanç verici sakarlık bu defa tekerrür etmez sanırım.

Belirsizliklerle dolu yeni bir döneme gi-riliyor, ama siz yine de telâşlanmayın..."



Pkk-Mit-Derin Devlet ilişkisi, köstebek Freddy Scappaticci ve Denis Donaldson, "Deşifre olmasam solda liderdim" diyen Mahir Kaynak ve yurt dışında yaşadığına sevinmemiz gereken Mahir Sayın.

Parçaları birleştirdiğimde ne yapmam gerektiğine karar veremedim, telaşlanmalı mıyım yoksa telaşlanmamalı mı ?

Anlayan beri gelsin...