31 Mart 2008 Pazartesi

Türkiye kazanacak...

14 Mart akşamı başlayan 98'e dönüş filminin birinci bölümü sonuçlandı, Anayasa Mahkemesi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca sunulan iddianamenin kabulüne karar verdi. Böylece 28 Şubat kokan günlere dönüş için hasretle bekleyenlere bir umut kapısı açıldı.

14 Mart'tan bu yana yaşananlar bu davanın asla salt hukuk çerçevesinde ele alınamayacağını gösteriyor, Ergenekon operasyonu çerçevesinde gözaltına alınan İlhan Selçuk ve İP Genel Başkanı Doğu Perinçek ekseninde dile getirilenleri dikkatle ele aldığımızda, Türkiye'de derinlerde yaşanan çatışmanın izleri ile karşılaşıyoruz.

Bu dava, gayr-i milli kanadın Yerli ve Milli kanadı mücadelede güçlü olduğu yere çekme girişiminden başka bir şey değil, ortada üzerinde yürünecek hukuki bir zemin olmadığı iddianamenin Abdullah Gül yönünden de kabulüne ancak oy çokluğuyla karar verilmesinden belli.

Yapmak istedikleri Türkiye'yi bir maceraya sürüklemek ve halk desteğinden mahrum oligarşik iktidarlarını payidar kılmak. Ancak tekrar altını çizelim ki Türkiye eski Türkiye değil, vizyona sürülen ve sadece figüranları değişmiş bu bayat senaryolu yapım ilgimizi çekmiyor, bize yeni ve doğru şeyler de söylemiyor.

Bu davadan ve dolayısı ile mücadeleden Türkiye kazanarak ve güçlenerek çıkacak.

Bekleyip göreceğiz...

14 Mart 2008 Cuma

Aynı filim yine yeniden vizyonda...

Evet, yine aynı filim sahnede. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Anayasa Mahkemesi'ne, AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği iddiasından hareketle kapatılması istemiyle dava açması gündeme bomba gibi düştü ve "Kurumlar üzerinen muhalafet" tarihimizde yeni bir sayfa daha açıldı. Böylece birileri yine yeniden "sınırları biz belirleriz" demiş oldu.

Bizde diyoruz ki Türkiye değişti, bu filim eskidi...

Dava başvurusu için sıcağı sıcağına değerlendirmeler de gelmeye başladı. Belki de sıcağı sıcağına yapılan bu açıklamalardan en ilginç olanı, Anayasa Komisyonu Başkanı Ergun Özbudun'a ait olanıydı. Özbudun "En iyi ve sağlam yol halkı kaptmaktır" demiş.

Yazık oluyor bu ülkeye...

Bu sürecin başlatıcıları ne amaçladılar meçhul ama kesin olan şudur ki 27 Nisan bildirisinden sonra yaşananlardan gerekli dersi çıkaramamışlar.

Aklıma birden Mehmet Moğultay ve onun Adalet Bakanı olduğu dönemde parti kongresinde yaptığı "Hükümetten 5 bin kişilik kadro çıkardım. Bu kadroları örgütüme vermeyip de MHP'ye mi verseydim, Refah'a mı verseydim? Seyfi Oktay zamanında 2 bin civarında hakim alındı, benim zamanımda 1000 civarında hakim alındı. 3 bin hakim alındı" açıklaması geldi.

Belki kurumlar üzerinden muhalefetin yargı ayağında yaşananları anlamak için bu açıklama üzerinde derin derin düşünmek gerekecek...

13 Mart 2008 Perşembe

'Telekız' muhabbeti.. Bakın neler varmış!

Amerika yeni bir skandalla çalkalanıyor! Merkez medya, New York Valisi Eliot Spitzer'in, saati binlerce dolar olan “seçkin” bir fuhuş çetesinin “9 No'lu müşterisi” olduğunu keşfetti. Türk medyası da konuyu büyük bir ilgiyle izliyor, gazeteler konuya sayfalar ayırıyor. Kim ne yapmış, kimlerle görüşmüş, ne kadar para akarıymış, ne renk bir fahişe seçmiş, kilosu ve boyu neymiş, hangi ismi kullanmış, hangi otelin kaç numaralı odasında kalınmış… Bir haberde merak edeceğiniz ve merak etmeyeceğiniz bütün detaylar anlatılıyor.

Bill Clinton ve Monica Lewinsky olayından bu yana böyle bir skandal deşifre edilememişti. Olayın ahlaki ve siyasi tarafından çok “skandal” boyutu medyanın çok daha fazla ilgisini çekiyor. Bu yapılırken de “gerçek hikaye” üzerinde tam bir karartma uygulanıyor.

Daha önce savcı olan, özellikle fuhuş çetelerine karşı amansız operasyonlarıyla bilinen, bu başarısından dolayı da yüzde yetmiş oy oranıyla New York Valisi seçilen Spitzer, 2012 yılında ABD Başkanlığı için hazırlanıyordu. Şimdiki Demokrat aday adayı Hillary Clinton'ın da en önemli destekçilerinden biriydi.

Böyle bir kariyerin bir anda sıfırlanmasının nedeni ne olabilir? “Telekız hikayesi” olan tek siyasi değildi ya! Neden bu skandal Spitzer'i toprağa gömmek için kullanıldı? Dini ve ahlaki değerler yüzünden mi? Hayır… İşte hikayenin gerçek yüzü burada ortaya çıkıyor.

Olay, 11 Eylül saldırılarından büyük finans trafiğine, örtülü operasyonlardan meşhur şarbon saldırılarına kadar uzanıyor. 11 Eylül saldırıların arkasındaki bilinmezlere vakıf olanlar arasında bir kavga yaşanıyor. Adeta birbirlerine düştüler. On milyarlarca dolarlık para kavgalarıyla 11 Eylül'ün bilinmezleri bir yerlerde birleşiyor.

1- Skandal, Spitzer'in New York emlak baronu ve finans yöneticisi Larry Silverstein hakkında soruşturma açma aşamasında patladı. 11 Eylül saldırılarıyla vurulan Dünya Ticaret Merkezi'nin sahibi Silverstein ve Bush ailesinin ortağı olduğu, krize uğrayan ülkeleri yağmalayan, mezarcılar olarak anılan Carlyle Group bağlantılı bir soruşturma hazırlığı bu.

2- Carlyle Group'un çökme aşamasında olduğu, Silverstein'in grubun kasasından 14 milyar dolar çektiği, bunun çöküşü hızlandırdığı, bunun New York Emekli Sandığı'nı on milyar dolar zarara uğratacağı belirtiliyor.

3- Olay ABD-İsrail vatandaşı tefeci Alan G. Hevesi'ye uzanıyor. Bu zatın, kendisine emanet edilen 100 milyar doları yakınlarının zimmetine geçirdiği bu yüzden de federal soruşturma kapsamına alındığı belirtiliyor.

4- Spitzer'in savcı olduğu dönemde ünlü finans kurumlarına karşı açtığı soruşturmalar yüzünden hedef olduğu, ünlü bankalar ve finans kurumlarının, medya mensuplarının kendisine karşı savaş açtıkları söyleniyor.

5- Dünyanın en zengin adamı Warren Buffet'ın; “516 trilyon dolarlık bir balon patlamak üzere” diyerek küresel finans krizinin devasa boyutlarına dikkat çektiği bir dönemde, finans kurumları, bankalar, ABD halkının paralarını sömürenler, bu paraları İsviçre'de aklayanlar aynı skandalın parçaları olarak öne çıkıyor… Spitzer'in “telekız skandalı” bütün bu karmaşık ilişkiler ağı içinde bir yerlere denk geliyor.

Ancak hepsi bu değil. O masum mu? Elbette hayır!

Spitzer'in 11 Eylül saldırıları, şarbon saldırıları, kara para trafiği ile bir şekilde bağlantısı kuruluyor. Yetkisini kullanarak şarbon saldırılarıyla bağlantılı olan “yakınlarını” soruşturmadan kurtardığı söyleniyor. Silverstein'in yıkılan Dünya Ticaret Merkezi için istediği 7 milyar dolarlık sigorta parası, aslında saldırılarla ilgisi olmayan 7. binanın kasıtlı olarak yıkılması, bu binada CIA'nın New York merkezi ile ABD tarihinin en büyük yolsuzluk skandalı olan Enron'un çöküşünü soruşturan komisyonun merkezinin bulunması özellikle de Spitzer'in 11 Eylül saldırılarının kilit oyuncularıyla bağlantıları baş döndürücü bir ilişkiler ağına işaret ediyor. Skandalı kullananlar da skandalın kurbanı bize göre aynı safta.

Mesele şu:

Skandalın ortaya çıkması namuslu bir insanı yıpratma kampanyası değil. Küresel sermaye ağı içinde yer alan, büyük oranda İsrail'le bağlantılı (Spitzer ve Silverstein Musevi), 11 Eylül saldırıları ve küresel savaş kampanyalarıyla iç içe, yüz milyarlarca paranın döndüğü bir senaryo var ortada. Daha da genişletelim:

Bağlantılar Dünya Ticaret Merkezi'nden Irak işgaline, S.Arabistan ve petrol parasından yeni savaş senaryolarına, küresel ekonomik krizden batması beklenen dev finans kurumlarına, sistem içinde örgütlenen iktidar gruplarından bazı terör örgütlerine kadar uzanan “derin Amerika” içinde bir çatışmanın skandal olarak bize yansımasını görüyoruz.

Hepsinin elleri kirli olduğu halde bize bazıları nasıl da masummuş gibi yutturuluyor. Bizlere de New York Valisi'nin tercih ettiği telekızın ölçülerini öğrenmek kalıyor.

6 Mart 2008 Perşembe

Değişiyoruz...

Türkiye'de bir şeyler gerçekten değişiyor, PKK'ya yönelik sınır ötesi kara harekatının geçtiğimiz Cuma günü sona ermesi ardından siyasi arenada mecliste temsil edilen muhalefetin, özellikle ana muhalefet CHP'nin hükümetin yanı sıra, alışık olmadığımız tarzda, üstü örtülü de olsa Genelkurmay'a eleştiri oklarını yöneltmesi sonrası Genelkurmay'dan gelen sert açıklama ve buna gelen tepkilerle ülke gündemi yine yeniden türbülansa girmiş durumda.


Genelkurmay'dan hükümetlere 'muhtıra gibi açıklama' lara alışık kamuoyumuz, ilk defa Genelkurmay'dan 'muhalefete muhtıra' ya tanık oluyordu. Yaşanan şaşkınlığa rağmen Genelkurmay açıklamasında, dillendirilen eleştirilerin TSK'nın terörle mücadele azmine, hainlerden daha fazla zarar verdiği'nin ifade edilmesine haklı tepkiler, önce açıklamaların muhataplarından sonra da basınımızda çeşitli kalemlerden geldi.

CHP'nin "muhatabımız hükümet, araya girmeyin", MHP'nin "kimse durumdan vazife çıkarmasın" çıkışlarını ve buna kamuoyunda verilen desteği, geçmişte merkez sağ iktidarlara muhtıre verilirken neredeydiniz? sorusu ile karşılamıyor, son derece olumlu buluyorum.

Bu gün gelinen noktada, Askerin sivil/siyasi alana basın açıklamalarıyla dahi müdahalesine hoş gözle bakılmamasının, CHP ve MHP vasıtasıyla ifade edilmesi Türkiye adına olumlu bir gelişmedir. Türkiye değişiyor, gelişiyor. Umalım bu tartışmadan sonra ülke düne nazaran daha olumlu bir pozisyonda yerini sağlamlaştırmış olur...

5 Mart 2008 Çarşamba

Karakter, kişilik meselesi bu...


Ne denebilir, nasıl anlatılabilir dün yaşanan ? Fenerbahçe son 2 yılın Uefa Şampiyonu, Avrupa Futbolu'nun yükselen değeri Sevilla'yı eleyerek, Şampiyonlar Liginde Çeyrek Finale yükseldi, en iyiler arasında son sekize kaldı.

Dün yaşanan'ın teknik/taktik analizi bir yere kadar geçerlidir. Maça adeta 2-0 yenik başlamışsınız, altın çocuk Gökhan Gönül, hemen önünde oynayan Deivid ve Aurelio ile birlikte Fenerbahçe'nin yükünü taşıyan Selçuk sarılanmış, 2-0 geridesiniz ve kalecinizin morali sıfır. Rakip, seyirci baskısını da kullanarak Hakem'le mükemmel oynuyor, Fenerbahçe'nin bu maçı çevirmesi bir yana, kaç kişi ile maçı tamamlar sorusu kafalarda oluşuyor.

Tablo kapkara, ama o andan sonra bir takım bütün heybeti ve kişiliği ile 'ben buradayım' diyor, hedefim, ideallerim en önemlisi İnançlarım var diyor ve ezilmiyor, tam tersi Avrupa Futbolu'nun yükselen değeri Sevilla'yı eziyor. Skoru 2-1'e taşıyor, beraberliği arıyor, derken pozisyon vermeden bir gol daha yiyor skor 3-1 oluyor ama ne gam. Çizgiden çıkarılan topla daha bitmedi mesajı veriyor, koca bir ikinci yarı Sevilla yarı alanında geçiyor ve yengeç Deivid skoru 3-2'ye taşıyor.

Sonrası daha da ilginç, Kaderin cilvesi, maça kötü başlayan ve 2 hatalı gol yiyen Volkan'a hatasını telafi imkanı bahşediyor herşeyi takdir eden ve Volkan hatasını fazlasıyla telafi ediyor.

Bütün bunlar bir karakter/kişilik göstergesidir, bu durum atın binicisine göre kişnemesidir. Geçen yıl Turkcell Süper Lig'de işlerin en kötü gittiği zamanlarda çıkıp "Şampiyon olmak için rakiplerimizi kendi sahalarında yenmemiz gerekiyorsa gider yeneriz" diyen Zico'nun temiz yüreği, sağlam karakteri ve İnancının sahada tecellisidir yaşanan.

Daha önce de ifade ettim, bu şarkı burada bitmez. Fenerbahçe'nin Avrupa yürüyüşü devam edecektir, Çeyrek Final'de karşısına kim çıkarsa çıksın ve sonuç ne olursa olsun, bundan sonraki süreç, kalamıştan yükselen sesin ulaşmadığı kulak, ürkütmediği yürek ve bükemediği bileğin kalmayacağı bir süreçtir...