28 Şubat 2008 Perşembe

28 Şubat Bumerangı

Faşizm Tarihi”nden bir yaprak… Bugün, 28 Şubat “askeri müdahalesi”nin on birinci yıldönümü…

Şimdiye kadar hakkında çok fazla konuşulmuş, sayısız tartışmalar yapılmış olsa da…

28 Şubat'ın asıl mahiyeti hâlâ ortaya çıkarılabilmiş değil!

* * *

28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından çıkan bildiri temelinde şeklen “hafif darbe” diye tanımlansa da…

28 Şubat Süreci darbeler tarihimizin en fazla kirli çamaşıra sahip, en karanlık askeri müdahalesiydi…

Yani?

Faili meçhuller açısından kesinlikle ilk sıradadır!

Malum süreçte, Batı Çalışma Grubu'nun imza attığı fişlemeler “bu milletin evlatları”nı ve “bu milletin değer yargıları”nı hedef alan sistematik bir operasyondu…

28 Şubat, “irticai kalkışma”ya karşı laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin rejimi korumak maksadıyla giriştiği “meşru müdahale” olarak sunuldu…

Böyle bir değerlendirme, büyük bir gözbağcılık numarası idi:

Laiklik istismarına dayalı…

Perde arkasındaki “çok kirli operasyonu” gizlemeyi amaçlayan…

Kamuoyunu yanıltmaya yönelik “şaheser bir aldatmaca”ydı, bu laikçi söylem…

O dönemde hakimiyeti elinde bulunduran ABD-NATO'ya bağlı-bağımlı “Gizli İktidar/Derin Devlet” yapılanması “İrticaya Karşı Topyekun Savaş” ekseninde 28 Şubat sürecini kurgulayarak…

Millet düşmanlığı”nı o güne kadarki en ileri noktaya taşıyıp, zorbalığını “faşizm standartları”na/ zirveye çıkarmıştı…

Batı” Çalışma Grubu, “Gizli İktidar”ın ABD'ye ait oluşunun sembolüydü!

Gizli İktidar”ın yüz binlerce vatandaşını fişleyip hedef tahtasına koyması, sadece “çürütmeye dayalı hükmetme zorbalığı”nın değil…

Yerli, milli” tüm unsurlara karşı bitmek tükenmek bilmeyen husumetinin kanıtıydı…

28 Şubat, gerçekte olmayan “irticai kalkışmaya karşı” değil; “millete karşı sistematik bir kalkışma”ydı!

Perde arkasında kalan gerçek mahiyeti dikkate alındığında, 28 Şubat'ın Türkiye için en karanlık nokta olduğu kesindir…

Hadisenin püf noktası da buradadır…

Ne demişler? “Sabah yaklaştıkça gece kararır!

Zaten hakim olan “gizli güç odağı”nın 28 Şubat marifetiyle bu konumunun da ötesine geçip milletin değer yargılarına karşı yok edici bir hamle yapması üzerine…

Faşizan tavrının bir nevi bumerang etkisi meydana getirip, malum süreci çok fazla geçmeden -birkaç yıl içinde- tersine çevirmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmıştır!

Org. Kıvrıkoğlu'nun bütün engellemelere rağmen Genelkurmay Başkanı olmasıyla gelişip; finalinde “Gizli İktidar”ın lağvedildiği, Türkiye'nin ABD'nin yörüngesinden çıktığı “tarihi bir netice”den söz ediyorum…

28 Şubat Bumerangı”nı…

Süper güç ABD”nin, “11 Eylül Kurgusu”ndan yola çıkarak -sahte ve kurmaca gerekçelere dayalı Irak İşgali'nde ağır bir yenilgiyle karşılaşması; bölgeye yaşattığı son derece kanlı bedelle birlikte bu sonucun dönüp Washington'ın dünyadaki/Ortadoğu'daki konumunu vurması gibi de düşünebiliriz...

* * *

Final Notu: 28 Şubat'ın kovboylarından Emekli Org. Doğu (Batı olmalıydı) Silahçıoğlu'nun geçenlerde İstiklal Marşı'na karşı giriştiği manidar saldırıyı bu yazıda anlattıklarım çerçevesinde değerlendirmenizde fayda vardır!

27 Şubat 2008 Çarşamba

Çakır kendini yaktı!

Fortis Türkiye Kupası Çeyrek Final rövanş maçında Fenerbahçe, Galatasaray'a Ali Sami Yen Stadı’nda 2-1 mağlup olarak elendi.

4 kırmızı kartın çıktığı karşılaşmada Hakem Cüneyt Çakır maçın önüne geçti. Çakır'ın Lugono'ya verdiği ilk, Gökhan Gönül'e verdiği ikinci sarı kart çok tartışılacaktır, ancak bu geçen yıl Selçuk Dereli'nin etkin savunması! ile Fenerbahçe'nin elenmesi gerçeği gibi sonucu değiştirmeyecektir. Cüneyt Çakır, temiz kariyerine kendi elleri ile leke sürmüştür, sayısı az olan güvenilir hakemler listesinde bundan sonra Çakır'ın adının yer alıp almayacağını hep birlikte göreceğiz.

Bir Fenerbahçeli olarak Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi 11'e 11 de yeneceği günlerin ihtimal dahilinde olduğunu belirtiyor, Galatasaraylı dostları tebrik ediyorum...

25 Şubat 2008 Pazartesi

Tanıklık ettiğimiz bir Medya Savaşı mı?

Alev Alatlı'nın Türban konusunda yazdığı yazının Zaman Gazetesi tarafından sansürlendiği iddiasının ortaya atılmasından bu yana Ekrem Dumanlı'dan bir açıklama bekleniyordu, Dumanlı nihayet bu gün köşesinde bu konuya değindi :

"Bir haftadır bazı insanlar, Alev Alatlı'ya Zaman Gazetesi'nin sansür yaptığı iddiasını tekrar edip duruyor. Yapılan tenkitlerden anladığım çok net bir şey var: Sansürün ne demek olduğunu insanlar bilmiyor. En acısı da bazı gazeteciler bilmiyor ya da bilmezden geliyor. En temel soru şudur: Her yazıyı gazete yöneticileri basmak zorunda mıdır? Bunu defalarca ve açıkça yazdım: Hayır! Dileyen 14 Ocak 2006 (Gazetecilik adına kritik bir muhasebe) tarihli yazıma bakabilir. O dönemde ne Alatlı meselesi vardı ortada ne de sansür suçlaması. Kural şudur: Gazete, bir yazıyı çeşitli açılardan incelemek zorundadır. Editörler, kendilerine ulaşan bir yazıda genel yayın ilkeleri açısından mahzur görmüyorsa ve makalede hukuki bir problem yoksa yayınlayabilir. Aksi takdirde yayıncı sorumluluğunu hiçe saymak gerekir. Dünyanın her yerinde kural budur; bunun ötesini söylemek bilgi eksikliğidir.

Gelelim Alev Alatlı meselesine. Önce şu gerçeğin altını çizmek lazım: Sayın Alatlı haftada üç-beş yazı kaleme alan periyodik bir yazarımız değil; ancak kaleme aldığı yazılar beş seneyi aşkın bir süredir bu gazetede neşrediliyor. Bu süre içinde çok kritik yazılar kaleme aldı ve herhangi bir problem yaşanmadı. Alev Alatlı denince köşe bucak kaçanların bile Alev Hanım'a bir anda tutkulu bir şekilde sahip çıkıyormuş gibi yapmalarını hayretle karşıladım. Şimdi Alatlı'yı savunuyormuş gibi yapanların bu insana iki satır yer vermediklerini, yok saydıklarını unutmak bu işi bilenlere çok acı veriyor olmalı. En çok da Alev Alatlı çekiyor olmalı bu acıyı.

Bahsi geçen yazıya gelince. Yazı eline ulaştığında editör arkadaşımız bazı itirazlarda bulunmuş. Olabilir; bir yorum editörünün görevi arasında bu tür değerlendirme yapmak da vardır. Sebebini izah ederken de yayın ilkemizden bahsetmiş. Her neyse. Konu bana intikal ettiğinde Alev Hanım'a yazıyı görmediğimi; gerçekten sıkıntılı bir durum yoksa yazıyı basabileceğimi söyledim. Akşamüstü yapılan bir konuşmaydı bu ve yazıyı basma kararı versek bile ancak bir gün sonrasında uygulayabileceğimiz bir durum söz konusuydu. Biz yazıyı okuma ve değerlendirme fırsatı bulamadan bir internet sitesinde yayınlanmış. Üzüldüm; en çok da Alev Hanım'a kırıldım. İnanıyordum ki aramızda bir yazı yüzünden kopmayacak kadar köklü bir sevgi ve saygı var. Yanılmışım. Daha kararımızı vermeden yazıya 'sansür yapıldı' diye jurnallendik. Bunca yıl bastığımız ve bazılarına 'aykırı' gelen yazıları bilmeden Alatlı üzerinden kampanya yapıldı. Tekrar söylüyorum; sorumlu bir yayıncı dışarıdan yazı kabul ederken 'bu yazıyı yayınlamıyorum' deme hakkına da sahiptir; bunun aksini söylemek köşe yazılarını ilahi metinler derecesinde görmek anlamına gelir ki 'tabulara karşı çıkan' yazıların ta kendisi tabu olur çıkar...

Lütfen elimizi vicdanımıza koyalım ve manzaraya şöyle bir bakalım: Zaman gazetesi Türkiye'nin en sesli gazetesidir. Bu kadar birbirinden farklı, bu kadar birbirine zıt dünya görüşünün toplandığı bir başka gazete var mı bu ülkede? Yöneticilik dönemi sansürcülükle geçmiş birileri, en kritik dönemde yazarlarını feda etmiş birileri, televizyonunda çalıştırdığı yazarının köşesini olaylarla kapatan birileri, yazarını ofisboylarına kovduran birileri vs. şimdi kalkmış bizi sansürcülükle suçluyor. İnsan önce oturur Zaman yazarının listesine bir göz atar; bu kadar zengin bir kadronun bir gazetede yer almasından kıvanç duyar ve eleştirilerini ona göre yapar. Ali Bulaç, Şahin Alpay, Elif Şafak, Ahmet Selim, Ahmet Turan Alkan, Hilmi Yavuz, Hüseyin Gülerce, Mümtaz'er Türköne, İhsan Dağı, Nedim Hazar, Selim İleri, Ahmet Şahin, Bejan Matur, Nihal Bengisu Karaca, Eser Karakaş... Liste uzayıp gidiyor. Allah aşkına bu çeşitliliğin topuğuna erememiş bazı yayınlara ne oluyor ki yukarıda macerasını kısaca özetlediğim bir tanecik yazı üzerinden fırtına koparılıyor..."

Olayın basına Missouri STLCC’de öğretim üyesi olarak görev yapan ve daha önce Fatih Üniversitesinde de görev yapmış Metin Boşnak vasıtası ile yansıdığını, hatta Dumanlı ile Boşnak arasında geçtiği iddia edilen e-postayı ve Dumanlı'nın yazısında bu iddiaya hiç değinmediğini dikkate alırsak bu hadisede de gerçeğin sadece görünenden ibarek olmadığı sonucuna varabiliriz.

Zaman Gazetesi şu anda 750 bin'i aşan trajıyla Gazete satışında birinci sırada, Alatlı ekseninde ele alınan "sansür" tartışmasını sadece gündemdeki Başörtüsü/Türban tartışması ile ilişkilendirmek bana biraz kolaycılık olarak görünüyor. En hafifinden söylenebilecek şey, konunun Zaman'ın trajından rahatsızlık duyan çevrelerce kullanılıyor olmasıdır.

Tabi bu durum, Zaman Gazetesi'nin "okurumuz buna hazır değil" diyerek yaptığı statejik hatayı mazur göstermez. Kısacası samimi olarak antisansür çıkışı yapanlar müstesna, böylesine hassas bir konu üzerinden tanıklık ettiğimiz tartışma bir Medya/Traj savaşı olabilir...

19 Şubat 2008 Salı

ZAMAN'a yakışmadı...

Bu gün Milliyet Gazetesinde yer alan bir haber'e göre Alev Alatlı'nın son günlerin top konusu "türban" konusunda yazdığı yazısı Zaman Gazatesi tarafından yayımlanmadı. Gerekçe olarak sayfa editörü "Okurumuz buna hazır değil" demiş. Akşam yazarı Mehveş Evin'de konuya değinmiş, ayrıca Gazete Alatlı'nın "İçerden mırıldanmalar" başlıklı yazısının tam metnini de İnternet üzerinden okurlarına sunmuş.

Yazısına "Gözlemlediğim odur ki, korkutan tülbent değil, türban" diye başlayan ve "türban, İslâmi tesettüre ilişkin en katı (dilerseniz, en erkeksi) yorumun benimsendiğinin ilânı hüviyetindedir; ve dolayısıyla, kadına ilişkin tüm diğer yorum ve kuralların da kabullenildiğini ima eder. Bunların arasında kötülük, fitne ve uğursuzluk kaynağı olmamızdan başka, dinen ve aklen dûn (eksik) yaratıldığımız, namazı bozan köpekler ve eşeklerle bir tutulduğumuz şeklinde, eşrefi mahlûkat olmaktan gelen haysiyetimizi rencide eden yorumlar vardır. Türban, bu yorumların zımnen kabulü olarak görüldüğü için korkutur" diyerek devam eden Alatlı ile temel aldığı varsayımda birleşmek yada ayrı düşmek başka, "Okurumuz buna hazır değil" kolaycılığı arkasına saklanmak başkadır.

Alatlı'nın Tarih boyunca kadının toplumdaki yeri ve bu yerin Tarih içindeki seyrü seferi noktasında şişen faturayı tam anlamıyla kime ve neye mal ettiği meçhul yazısına Zaman okurları neden hazır olmasın bunu anlayabilmiş değilim. Ayrıca bu tip, aykırı yorum yada yaklaşımlarla okur arasına barikat kurulursa bu hazır olma durumu ne zaman ve nasıl gerçekleşebilir sorusu da kanımca önemlidir.

Sözün kısası bu hadise Zaman'a yakışmamıştır...

7 Şubat 2008 Perşembe

Bu basından utanıyorum...


Bu gün Zaman Gazetesi'nde bir haber gördüm. Haberde http://www.ensonhaber.com adlı haber sitesinde ifşa edilen ve okuyanı dehşete düşürecek bir dezenformasyondan söz ediliyor. Ensonhaber'den okuyalım :

Çarpıtma haberi deşifre ediyoruz

Yılın çarpıtma haberini ENSONHABER deşifre ediyor. Kirli bir propoganda savaşını çağrıştıran haberin doğrusunu biz sadece hatırlatıyoruz.

Video paylaşım sitelerinde geçtiğimiz yıl en çok izlenen vidoların başında Irak'ta çekilen bir görüntü yer almıştı. Genç bir kadın, taşkın bir kalabalık tarafından taşla kafası ezilerek öldürülüyordu. İzleyenlere 'Böye vahşet olmaz' dedirten görüntüler bütün dünyanın hafızasına kazınmıştı.

'MÜSLÜMANLAR KÖTÜDÜR' KAMPANYASI MI BAŞLATILDI?

Bu haber bugün (dün hakdogan) Milliyet'in internet sitesinde 'Taşlarla başını ezerek öldürdüler' başlığı ile yer aldı. Haber başka gazetelerin internet siteleri tarafından da aynı şekilde kullanıldı. Buraya kadar bir sorun yok, ancak sorun bundan sonra başlıyor. Haberde şöyle deniliyor:

Irak’ın Musul kentine bağlı Şehan kasabasında, "koca şiddetinden" kaçtığı ve Yezidilere sığındığı için ilçe meydanında linç edilerek yarı çıplak soyulan ve çocukların yanında başına taşlarla vurularak linç edilen sünni Müslüman kadının görüntüleri, insanlıktan nasıl çıkıldığını gözler önüne serdi...

..Yezidi Kürtlerin yaşadığı Musul’a bağlı Şehan kasabasında, Muziri aşiretine bağlı müslüman bir kadın eşinin kendisine uyguladığı şiddet yüzünden evden kaçarak Yezidilerin yer aldığı güvenlik güçlerine sığınmıştı. Kadın burada ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmış ve ailesine teslim edilmişti. Serbest bırakılan kadın hakkında ölüm kararı çıkartıldı ve kadın ilçe meydanında linç edildi.


SENARYO DA EKLENİYOR

Haberin devamında da bir senaryo yer alıyor. Senaryoya göre Müslümanların bu vahşeti üzerine Şehan'da Yezidi-Müslüman çatışması noktasına gelinmiş:

Muziri aşireti, kadının kaçmasında rolü olduğu iddiasıyla 2 Yezidi genç hakkında da ölüm kararı çıkartarak Şehan Kaymakamlığı’na giderek bu iki gencin kendilerine teslim edilmesini istedi. Kaymakamın talebi kabul etmemesi üzerine başlayan olayların neredeyse Yezidi-Müslüman çatışmasına dönüşecekti.

Geçen yıl yaşan bu olayda ilçede bulunan Yezidilere ait birçok iş yeri, araç ve ev kundaklanmış, kutsal mekanları tahrip edilmişti. Olaylar sonrasında Mesud Barzani ve bir çok kurum, sağduyu çağrısında bulunmuş ve 3 gün süren olayların ardından ilçede gerginlik durdurulmuştu.


HABERİN DOĞRUSU NEYDİ

Oysa hafızasını biraz yoklayanlar bu haberde yaplan dezenformasyonu çok çabuk anlayabilecekler. Haberin doğrusu ise şöyle. Görüntü Kuzey Irak’ta çekilmiş. Taşlanarak öldürülen kadının adı Dua Khalil Asvat. Ailesi tarafından infaz edilmiş. Ailesi Yezidi azınlığa mensup, kadın ise Müslüman bir erkekle aşk ilişkisi yaşadığı için ve İslam dinini kabul ettiği için ailesi tarafından taşlanarak öldürüldü.

GOOGLE YALAN SÖYLEMEZ

Bu haberin orjinali için Google'dan arama yaptığınızda 3 Mayıs 2007 tarihli Milliyet'in internet sitesinde 'çarpıtılmamış haliyle' yer alıyor. Burada söz konusu olan genç kadının Müslüman veya Yezidi olması değil. Ortada açıkça bir çarpıtma söz konusu. Bunlar propaganda savaşında kullanılan bayat numaralar. Okuyucunun hafızası ile dalga geçen bu haberlerin doğrusunu öğrenmek için herhangi bir arama motoruna haberin başlığını yazmanız yeterli. İnternet çağında, internet haberciliği yapanların en azından bu gerçeği bilmesi gerekir.

DAHA ÖNCE DE PROPOGANDA SAVAŞINA ALET EDİLMİŞTİ

Bu görüntünün böyle bir çarpıtmayla yeniden gündeme getirilmesinin amacı, türban tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde, 'Şeriat geliyor' paranoyasını körüklemek mi bilinmez ama, aynı görüntülerin ortaya çıkması da yine buna benzer bir propoganda savaşı ile olmuştu.

Bu görüntüler daha önce de, İran rejiminin taşlama cezasının vahşetini ve insanlara verilen cezaların ne kadar insanlık dışı olduğunun bir kanıtı olarak kullanılmıştı. Video görüntüleri sürgünde yaşayan iki İranlı tarafından, Avrupalı Parlamenterlere iletmiş. Bunlardan biri Amerika’da sürgün yaşayan Banafşeh Zand Bonasi. Bonasi yaptığı bir açıklamada, ‘benim görevim gerçeği ortaya çıkarmaktır, Almanya’nın alışveriş yaptığı İran’ın gerçek yüzünü göstermektir’ demişti.

5 Şubat 2008 Salı

Pars NARKOTERÖR...


Dün akşam üçüncü bölümü ekrana gelen Pars NARKOTERÖR dizisi ile Osman Sınav'ın Kurtlar Vadisi ile yollarını ayırması sonrası içine girdiği nadas döneminin sona erdiğini söyleyebiliriz. Sınav'ın Vadi sonrası Kapıları Açmak, Acı Hayat ve son olarak Pusat gibi yapımları bekleneni verememiş, Sınav'ın profiline uygun yapımlar olarak görülmemişti.

Türkiye ve bölgemizdeki uyuşturucu trafiği ve bunun terör örtgütleri ile bağlantılarının işlendiği bu yeni çalışmasında Osman Sınav, her yeni çalışmasında uyguladığı stratejiye paralel olarak‚ "yeni hikaye, yeni bir yüzle" karşımızda. Deli Yürek'te Kenan İmirzalioğlu'nu‚ Kurtlar Vadisi'nde Necati Şaşmaz'ı ve Pusat'ta Haluk Piyes'i servis eden Sınav, Pars NARKOTERÖR'de İbrahim Çelikkol'u karşımıza çıkarıyor. İlk kez Pars Narkoterör´de kamera karşısına geçen Çelikkol, profesyonel basketbolcuymuş. Dizide uyuşturucu baronlarıyla mücadele eden bir polis olarak karşımızda. İbrahim Çelikkol´un başlangıç performansı, kendisi gibi kamera karşısına ilk kez geçen Kenan İmirzalioğlu ve Necati Şaşmaz´ın başlangıç performanslarına oranla dikkat çekici düzeyde ilerde‚ üstelik Pars NARKOTERÖR'de Çelikkol düblaj kullanmıyor, kendi sesi ile karşımızda.


Pars NARKOTERÖR ilk üç bölümü ile bende olumlu izlenimler bıraktı, aslında başrölünde Mehmet Kurtuluş'un yer aldığı Pars Kiraz Operasyonu filmini izledikten sonra, bu konseptin uzun soluklu bir dizi çalışması için çok uygun olduğunu düşünmüş ve sonrasında benzer yorumlarla da karşılaşmıştım. Pars NARKOTERÖR dizisinin Sınav'ın Vadi sonrası yapımlarından çok ilerde olacağı şimdiden belli, devam edecek süreç belki karşımıza yeni bir efsane çıkaracak, bekleyip göreceğiz...

4 Şubat 2008 Pazartesi

İlklerin Derbisi...

Benim için bir çok ilki yaşadığım bir derbi oldu dün akşam oynanan müsabaka. Ben 0-0 sonuçlanan bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisi hatırlamıyorum, hafızamı zorladım ama bir bilgiye ulaşamadım, bu skor sanıyorum en azından son yıllarda ilk kez karşımıza çıkıyor, bu anlamda bu skor benim için bir ilk. Fenerbahçe'yi üstelik Kadıköyde Galatasaray karşısında hiç bu denli etkisiz görmedim, bu anlamda da dün benim için bir ilk yaşandı. Fenerbahçe'ye transfer olduğu günden bu yana ben böyle bir Aurelio görmedim, Mehmet Aurelio'nun bir vasatı vardı ve bunun altına hiç düşmemişti, Valencia'ya transfer dedikoduları çıktıktan sonra bir düşüş yaşamıştı Aurelio, ancak hiç bu düzeye inmemişti, bu durum da sanıyorum bütün Fenerbahçeliler için bir ilkti.

Galatasaray tamamen yerli oyunculardan kurulu bir kadro ile sahaya çıktı, iki taraftan birinin bu pozisyonda olduğu bir derbi daha önce izledim mi diye hafızamı yokladım ve hatırlamadığımı gördüm, tabi buda bir ilk. Bu durum ve karşılaşma için medyada bu gün yer alan "Türkiye-Brezilya karması" türü yaklaşımlar, Galatasaray Camiasının yabancı transferindeki başarısızlığını görmemize engel değil, siz Song dışında yaptığınız yabancı transferlerinin neredeyse hiç birinden beklenen verimi alamıyorsanız dönüp kendinize bakacaksınız.

Galatasaray orta alanında Mehmet Topal, Barış ve savunmadan gelen Emre'nin Alex'i kapatmakta gösterdikleri başarı gerçekten olağanüstü düzeydeydi, buna ilaveten maçı izleyenler arasında Brezilya milli takım hocası Dunga'nın da olmasının Alex'in performansını olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Belli bir konsantrasyon zaafı ile maça çıkan Fenerbahçe'de bir de Semih sakatlanıp oyunu terketmek zorunda kalınca ibre tamamen Galatasaray tarafına döndü, Galatasaray iki net pozisyon da yakaldı ancak bunları değerlendiremedi.

Netice itibariyle ben, iyi mücadele eden Galatasaray'ın, etkisiz Fenerbahçe karşısında daha avantajlı bir skor alamamasını ciddi bir kayıp olarak görüyorum, iki ayaklı bir mücadelenin birinci ayağı neticelendi, Galatasaraylı dostlar mutlu, Fenerbahçeliler biraz mahzun, rövanşın nasıl neticeleneceği şimdiden konuşulsa da benim için kesin olan şey, Galatasaray'ın bu maçı çok anıp çok arayacağıdır...