13 Eylül 2010 Pazartesi

Hayırlı olsun...


Türkiye, tartışma ve propoganda evresi hareretli geçen referandum sürecini dün sandık başına giderek yaptığı tercihle nihayetlendirdi ve sandıktan yansıyan irade %58 ile değişim/gelişim ve dönüşüme EVET oldu.

Sonuçları üzerinde uzun tartışma ve analizlerin yapılacağına kuşku olmayan referandumun galibi mutlak manada Türkiye olmuştur. Başbakan Erdoğan'ın dün akşam sonuçların belirginleşmesi sonrası yaptığı konuşma, Türkiye'nin 22 Temmuz seçimleri sonrası yakalanmış ancak kullanılamamış önemli bir fırsatı tekrar yakaladığının müjdesini içermesi bakımından önemliydi. Erdoğan'ın konuşma içeriği, 22 Temmuz seçimleri sonrası yaptığı ve "balkon konuşması" olarak anılan konuşmayı çağrıştırması bakımından da önemliydi. Ancak önem sırasında başa, Başbakan'ın vesayet rejiminin ruhuna Fatiha okunduğunun altını çizen sözleri ile topyekün yeni bir Anayasa için çalışmaların başlaması talimatını içeren sözlerini alıyoruz.

Referandum sonuçlarına il il, bölge bölge baktığımızda aslında toplumun nabzını yakalamada zorluk çekmeyenler için büyük süprizlerin yaşanmadığını görüyoruz. İç Anadolu da beklenen gelişme yaşanmış ve bu bölgedeki MHP tabanının kendisi ile ters düşmüş parti yönetiminin beklentileri aksine sandıkta irade beyanında bulunduğu görülmüştür.

Türkiye'nin Batısı ile Karadeniz'in tercihlerinde de süprizler yaşanmadı. Edirne, İzmir gibi kentlerin, ülkenin geri kalanı ile ülke ve dünyayı okumadaki keskin ayrışması sonuçlara tüm çıplaklığı ile yansıdı. Güneydoğu Anadolu da DTP'nin, tabanı ve güya temsilcisi olduğu kitlelerin değil, imralının hassasiyetlerinin siyasi temsilcisi olduğunu afişe eden boykot dayatmasının başarılı olduğu görüldü.

Bütün bu beklenen gelişmeler yanında benim dikkat çekici ve beklenmedik bulduğum iki sonuç, Zonguldak ve Tunceli'den geldi. Zonguldak'ta EVET tercihinin kılpayı da olsa HAYIR'ların önünde çıkmasından çok daha şaşırtıcı olan, Tunceli'nin %80'i aşan oranda HAYIR demesi oldu. Siyasi bilinç ve söylemini müesses nizama muhalefet üzerine inşaa etmiş bir şehir ve kültürün, müesses nizamın ideolojisini sandıkta olumlamak anlamına gelen HAYIR tercihi izahı zor bir çelişkidir.

Toplamda sonuçlara bakıldığında muhalefetin referandumun kaybedeni olduğunda kuşku yoktur. Türkiye'yi okumada yanlışa düşmek gibi son yıllarda kronikleşen bir illete düçar muhalefetin başat iki aktörü CHP ve MHP, toplumla bir kez daha ters düşmüştür. Yetmişi aşkın ile gidip "HAYIR" talep eden ana muhalefet liderinin referandumda oy kullanamamasından da, toplumla ters düşmüş kadroların toplumu yönetme ehliyetinde olmadıklarını okumamız mümkündür.

MHP'nin parti yönetimi ile bu noktada yaşadığı sıkıntı çok daha büyük ve derindir. CHP sözcüleri ve merkez medyanın, dün akşamdan başlayıp bu gün de devam eden, sandık sonuçlarını yanlış okuma ve bilindik optik çarpıtma manevraları ile %42'lik HAYIR tercihini CHP hanesine yazma girişimlerinin, MHP tabanında HAYIR demiş seçmen üzerinde nasıl bir etkisi olacağını kısa ve orta vadede göreceğimizi düşünüyorum. Parti tabanı ile ters düşmüş MHP yönetiminin referandum sürecinde aldığı pozisyon ile, 22 Temmuz seçimlerinde dolaşıma sokulan "at MHP'ye gitsin CHP'ye" sloganını ete kemiğe büründürmüş olmasının bir faturası mutlaka olacaktır.

Çeşitli vesilelerle daha önce de söylediğim gibi, toplumun/seçmenin ulaştığı bilinç, siyasi temsil görevini üstlenenleri, kendileri için belirlenen ve meşruiyeti olmayan kırmızı çizgilere riayet etme iradesi gösterdiği anda cezalandıracak olgunluğa ulaşmış bulunmaktadır. Hal bu iken en az CHP kadar MHP yönetiminin bu bilinç düzeyini ıskalayan tutumlarının siyasi faturasının olmayacağını kimse bekleyemez.

Bu noktada %42'lik HAYIR tercihinin de yanlış okunmaması gerekir. %42'lik oranı ortaya çıkaran motivasyonda başat olan, değişiklik paketinin içeriğine itiraz ve yeni bir Anayasa talebine muhalefet değil; hatalı bir strateji ile referandumu iktidarın güven oylamasına dönüştürme çabasının başarısı vardır.

Bütün bunların yanında ve belki çok daha önemli, beklenen ve konuşulması gereken gelişmeler, halkın EVET dediği bu değişikliklerle bürokratik oligarşide yaşanacaklar ve bürokratik kurumlar üzerinden halk iradesine karşı geliştirilen direncin kırılıp kırılmayacağı meselesidir.

Türkiye'nin 1 Mart tezkeresinin reddi ile başlattığı ve "Yeni Ankara" inşaasının ivme kazandığı sürecin önemli kilometre taşlarından birisi olan 12 Eylül 2010 referandumunun 21. yy'ın Türkiye'sinin inşaasına ciddi katkılar sunacağını ve sözünü ettiğimiz gayr-ı hukuki/gayr-ı meşru direncin kırılmasına vesile olacağını tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.

Sonuçlar EVET ve Hayır demiş bütün ülke İnsanına, hepimize hayırlı olsun...

2 Haziran 2010 Çarşamba

The End!

Mukadder son yaşandı, profesyonel cinayet şebekesi, yerli işbirlikçileri eliyle Türkiye'yi İsrail'e eklemleyen eksenin berhava edildiğini bizzat tesçilledi. 2003 Irak işgali ile başlayıp, Gazze'ye dönük katliam operasyonlarıyla zirve yapan kopuş süreci, İsrail ordusu'nun Gazze'ye insani yardım götüren gemilere düzenlediği ve masum kanı akıttığı saldırıyla son buldu.

Uluslararası karasularda İnsani yardım malzemeleriyle seyir halinde olan sivil bir gemiye yapılan bu kalleş saldırıyla neredeyse eş zamanlı olarak, İskenderun'da Deniz Üs İkmal Destek Komutanlığı'na alçakça bir terör saldırısı da gerçekleştirildi.

Dikkat edin, terör saldırısının seçtiği hedef, yardım gemilerine Türkiye'deki en yakın deniz üssüdür!

Türkiye, hadisenin yaşanmasından hemen sonra gösterdiği refleksler ve ardından attığı bir dizi adımla, kontrollü bir kriz yönetimi sergileyeceğinin işaretlerini verdi. Bütün İnsanlığın barış ve huzuru adına yeryüzünde ki en büyük tehdide karşı, uluslararası camia ve hukuku arkasına alarak "bu aymazlığa artık sessiz kalınamaz" mesajı veren Türkiye'nin itidalli tavrında, İskenderun'dan aldığı mesajın etkisi kanatimizce büyüktür.

Meseleyi doğru okuyamayıp, 24 saatlik süreçte öncelikle uluslararası bütün mekanizmaları harekete geçirip, BMGK, NATO, AB nezdinde girişimlerde bulunan Türkiye'nin, profesyonel cinayet şebekesi'nin tuzağına düşmemesine neredeyse üzülenleri görmek, İliştirilmiş/Embedded Türk Medyası realitesi ile tanışmışlar için süpriz olmasa gerek!

Başbakan Erdoğan'ın dün gurup konuşmasında bütün dünya'ya haykırdığı sözlerin "neredeyse savaş ilanı" olduğunu teslim eden kalemlerin, muhtemel yaptırımlar konusunda aculluk yapmalarını ve İskenderun'da tertiplenen hain pusuyu analizlerine dahil etmemelerini, hele hele Türk-İsrail ilişkilerinin bu günlere nasıl ve kimler eliyle geldiği meselesine hiç zoom yapmamalarını nasıl okumalıyız?

1 Mart tezkeresinin reddinden sonra akan süreçte, Türk Dış Politikasının Ortadoğu Coğrafyasına dönük sergilediği politika ve açılımların tetiklediği paradigma değişiminin profesyonel cinayet şebekesi'ni, Türkiye'nin söylemlerinden çok daha fazla rahatsız ettiğini tespit ve teşhis etmek için uzman olmaya gerek yoktur. İşlenen son cinayet, bu realiteden bağımsız ele alınamaz.

Gelinen noktada İnsanlık onurunu ayaklar altına alan, hukuksuz ve gayri ahlaki Gazze ablukasını yarmak adına sivil insiyatif'in gösterdiği başarı da yadsınamaz. Hüsnü Mübarek rejimi eğer refah kapısını geçici de olsa açmak durumunda kaldıysa, bunun sebebi bir avuç yürekli barış gönüllüsü aktivisttir!

İsrail'in local askeri saldırılarının global sonuçları her zaman olmuştur çünki esasta İsrail'in "local" olarak değerlendirilebilinecek askeri saldırısı hiçbir zaman olmamıştır.

Bu son cinayetinin de, öncekiler gibi sonucu ve bir bedeli olacaktır ve kuvvetle muhtemel, süreç iyi yönetilirse bu bedel bu güne kadar ödediklerinin en ağırı olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'de bu süreçte, Ortadoğu'da güttüğü politikaların hedefi, bunun inandırıcılık ve samimiyeti cihetiyle test edilecektir. İktidar başarılı bir sınav verirse bundan başta Filistin halkı olmak üzere bölge halkları ve Türkiye kazançlı çıkacaktır. Başarısızlık halinde fatura siyasi iradeye kesilecektir ve bu ağır bir fatura olacaktır.

Sonuçta kaybeden mutlaka ve mutlaka Golyat'ın çocukları olacaktır...

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Varan 2 mi?

Türkiye'de bazı dönemlerde 24 saat, 24 günün ihata edemeyeceği gelişme ve sonuçları barındıran sihirli zaman dilimlerine dönüşür!

Yaşadığımız son iki haftanın neredeyse her bir günü, tamda böylesi sihirli zaman dilimlerine dönüştü ve kemikleşmiş yapısı, statüko'nun kalesi CHP'de yıllara yayılmasını bekleyeceğimiz değişim/dönüşüm, görünüşte bu iki hafta içinde yaşandı yaşanıyor.

Bandı geriye sarıp iki hafta öncesine gittiğimizde her şeyin Deniz Baykal ve CHP'li bir kadın milletvekiline ait olduğu iddia edilen özel ilişki görüntüsünün bir gazetenin internet sitesine düşmesiyle başladığını görüyoruz.

Beklenmedik ve sarsıcı bu gelişmenin ardından Deniz Baykal, görüntünün içeriği ve iddia edilen ilişkiyi açıkça reddetmeyen bir konuşma yaparak CHP Genel Başkanlığı görevinden istifa ettiğini açıkladı.

Bir kaç gün süren Baykal dönecek/dönmeyecek tartışmaları yaşanıp, "genel başkanımızı binlerin omuzlarında tekrar görevinin başına getireceğiz" söylemleri yapılırken eş zamanlı olarak, somut hangi vasıflarından ne gibi umutlar beslendiği bizce meçhul Kemal Kılıçdaroğlu ismi de özellike Doğan Medya Gurubu'nun yayın organlarınca dolaşıma sokuldu ve tam bu noktada önceden kestirilemeyen büyük bir kırılma yaşandı ve Önder Sav, Baykal karşısında Kılıçdaroğlu yanında açıkça saf tuttu. Bunu aynı gün CHP Meclis Gurubunun yarıdan fazlasının destek açıklaması takip etti ve Baykal'a indirici darbe, İl Başkanları toplantısından sonra yayınlanan ortak deklerasyonla geldi.

Şu anda Ankara'da CHP 33. Olağan Kurultayı gerçekleşiyor ve tek aday Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal'ın koltuğuna oturmaya hazırlanıyor. Görünürde yaşananlar, kirli ve komplike bir süreçle Deniz Baykal'ın CHP ve Türk siyasi hayatından tasfiye edilmesidir.

Daha önce burada çeşitli vesilelerle Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı büyük hesaplaşma çerçevesinde, ERGENEKON tipi yapılanmaların tasfiyesinin, sahneden çekilmesinin iç/dış partnerleri üzerinde mutlaka bir yansıması olacağı ve bu yansımaların artçı şoklara sebebiyet vereceğini, tasfiye edilen mekanizmalarla birlikte, bu mekanizmaların içerdeki direkt/endirekt partnerlerinin de söz konusu tasfiyeden nasibdar olacağını belirtip, operasyonun sermaye ve siyaset ayaklarında da tatminkar unsurlara ulaşmasının beklenmesi gereken bir gelişme olacağını belirtmiştim.

Bu çerçevede Doğan Medya Gurubu'nda Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmenliği görevini Enis Berberoğlu'na devretmesi arından, Aydın Doğan'ın Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden 1 Ocak 2010 itibariyle ayrılma kararı almasını "Varan1" olarak işaretlemiştik.

Şimdi tam bu noktada "yaşadıklarımıza Varan 2 diyebilir miyiz" sorusu akla gelebilir! Kendi adıma "bu yaşananlar, benim beklediğim Varan 2 değildir" diyebilir ve CHP'de yaşandığı görülen tasfiyenin başarısı için "acaba" kuşkusunu taşımak ve "sürecin arkasında kim/kimler var" sorusunu sormak ve bu soruya gerçekçi bir cevap bulmak adına, "kaset komplosu" diye anılan sürecin arka planına seyehat etmek gerekiyor diye ekleyebilirim.

Akan süreçte ittifak yapanlara, Doğan Medya Gurubunda gözlemlenen büyük heyecana ve saf değiştiren aktörlere yakından bakıp, ayrıca Deniz Baykal'ın istifa kararını açıkladığı konuşmada "Pensillvanya'dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da belirtmek isterim" demesine karşın aynı konuşmada, açıkça somut bir bulguya dayanmadan iktidarı hedef alan beyanlarına bakarak, sahnelenen tertibin, gerçekleşen siyasi operasyonun arkasındaki aktörler konusunda kafası karışanlara iki tavsiyem var.

1- CHP nasıl iktidar alternatifi olur sorusuna cevap arayın!

2- Kemal Kılıçdaroğlu'nun şu anda yaptığı kurultay konuşmasında "Deniz Baykal'a yapılanlara üzüldük, Zonguldak'ta kaybettiğimiz işçi kardeşlerimize üzüldük" girişinden hemen sonra gelen "Söz veriyorum, özel yetkili mahkemelere(siz burayı Silivri diye okuyun-hakdogan) de son vereceğiz." çıkışını analiz edin!

Gerçeklerin ortaya çıkması için çok değil, bir kaç aya ihtiyacımız var...

22 Ocak 2010 Cuma

Henüz "Final sahnesi"ne gelmedik!

-Tarih 27 Haziran 2009, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihi önemde bir karar alarak, "Türk Ceza Kanunu'nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun"la Askeri Yargı'nın yetkilerine önemli kısıtlamalar getirdi ve TCK kapsamındaki her türlü suçu ayrımsız olarak adli/sivil yargının yetkisine tevdi etti. Bu tarihte çıkan yasayla Meclis, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açtı. Yasanın Ergenekon soruşturması açısından taşıdığı önem, Türk Basını'nda günlerce tartışıldı.

-Tarih 30 Haziran 2009, "
İrticayla Mücadele Eylem Planı"nın altında ıslak imzası olduğu iddia edile Deniz Piyade Kurmay Alb. Dursun Çiçek, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcılarına ifade verdi ve önce 1 Temmuz 2009 günü saat 00.30'da, ardından 12 Kasım 2009 tarihinde tutuklandı ve ardından avukatlarının yaptığı itirazlar üzerine tahliye edildi.

-Tarih 20 Aralık 2009, Ankara'da Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı
Bülent Arınç'a suikast düzenlemek isteyen bir kişinin polis tarafından etkisizi hale getirildiği iddiası gündeme bomba gibi düştü, 2 subay gözaltına alındı. Ardından derinleştirilen soruşturma kapsamında Ankara'daki Özel Harp Dairesi Seferberlik Tetkik Başkanlığı'nda sivil savcılar arama başlattı ve böylece Türkiye "Kozmik Oda" aramalarıyla yüzleşti. Aramalar 20 Ocak 2010 tarihine kadar devam etti.

-Tarih 21 Ocak 2010, Anayasa Mahkemesi, 5918 Sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un,
askere sivil yargı yolunu açan düzenlemelerini oy birliği ile iptal etti.

-Tarih 22 Ocak 2010 bu gün, Ergenekon soruşturması kapsamında Poyrazköy'de ele geçirilen mühimmata ilişkin hazırlanan iddianamenin açıklanması beklenirken, iddianamenin gönderildiği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianamenin kabul edilip edilmemesine, Anayasa Mahkemesinin askere sivil yargı yolunu açan düzenlemenin iptaline ilişkin kararını inceledikten sonra karar verileceğini
açıkladı.

-Tarih 22 Ocak 2010 bu gün, Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliğince düzenlenen basını bilgilendirme brifing toplantısında
Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu "Kozmik Oda" aramalarına ilişkin, "Devlet sırrı niteliğinde olan bazı planlarla ilgili olarak güvenlik prensibi ihlali olmuştur. Mevcut usuller gereği uzun yıllar büyük emek verilerek hazırlanan ve geliştirilen söz konusu planlar geçerliliğini kaybetmiştir. Bu nedenle bu planlar iptal edilecektir." açıklamasını yaptı. Aynı toplantıda Çubuklu bir gazetecinin, askere sivil yargı yolunu açan yasanın Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin sorusuna "Savcılıklarda soruşturması devam eden ve dava aşamasında olanlarla ilgili değerlendirme mahkemelerince yapılıp askeri mahkemelere gönderilmesi gerekiyor." cevabını verdi.

Süreç akmaya devam edecek, henüz "Final sahnesi"ne gelmedik!