4 Nisan 2011 Pazartesi

Türkiye bu tartışmadan kaçamaz, kaçmamalı...

Türkiye, gündemi işgal eden konuların adedi ve değişim hızı bakımından, hiperaktif bir çocuğun ele avuca sığmaz afacanlığına benzer sürati ile, takipçisini yoran, bu yorgunluk ve yoğunluk içinde önemli gündem maddelerini ıskalatan bir ülke.

Ergenekon operasyonu bağlamında, Nedim Şener&Ahmet Şık tutuklamaları, Ahmet Şık'ın kollektif telife konu kitabı, bu kitabın internet ortamında paylaşımı, derken savcı Zekeriya Öz'ün tribünlere el sallanarak zahiren soruşturmadan el çektirilmesi etrafında yoğun bombardıman altında olan kamuoyuna bir asist de Başbakan Erdoğan'dan geldi. Erdoğan Londra'da, Bloomberg Londra'ya yaptığı açıklamada, gerekli olduğunda seçimler sonrası "Başkanlık Sistemi"ni referanduma götürmeyi düşündüğünü ifade etti.

Bu çıkış, Türkiye'nin mutlaka ele alması, konuşup tartışması gerektiği halde, irrasyonel boyutlara ulaşan Erdoğan ve AKP fobisi ile ötelenen "sistem tartışması"nı tekrar gündemimize soktu. Kamera ve mikrofonlarımızı 2007 yılının Nisan aylarında başlayıp devamında yaşananlara çevirdiğimizde, siyaset dışı olup siyaset üstü olma iddiasındaki odaklarca, TBMM'nin nasıl Cumhurbaşkanı seçemez hale getirildiğini, sürecin devamında kendisini kuşatma haltında hisseden siyasi irade ve iktidarın siyasi ve hukuki zemin etüdlerini tamamlamadan 'bir daha yaşanmasın' motivasyonu ile, üstelik sistemin derin suflörlerince kimi loser'lara telaffuz ve teklif ettirdiği 'Cumhurbaşkanı'nı halk seçsin' etiketli görünüşte mini, esasta sistemin kalbi&çekirdeği açısından büyük bir değişikliğie imza attığını görecek, buna paralel "sivil anayasa" çalışma ve tartışmalarının başladığını fakat sonrasında "kapatma davası" ayarı ile iktidarın ricat ettiğini, iktidarın 29 Mart yerel seçimlerine kadar, kendisine yapılan Örtülü DETENTE teklifi'ni kabul etme yanılgısına düştüğünü tepsit edebileceğiz.

Bütün bu yaşananlardan yani gayr-ı tabii onca işten sonra, tabii olarak Türkiye, kaçınılmaz "sistem tartışması"nı yapamadı ve bu konuda kamuoyunda somut bir bilinç inşaası gerçekleşemedi. Oysa kamera ve mikrofonlarımızı bu sefer geleceğe, Türkiye'nin 12. Cumhurbaşkanını seçeceği sürece çevirdiğimizde karşımıza çıkan manzara, sonrasında yaşanacaklara dair zor olmayan tahminler, elzem olan bu tartışmanın yapılmamış olmasının doğuracağı vahim süprizler noktasında bizlere ışık tutacaktır.

Çeşitli sayıda adayın meydanlara çıkıp vaadlerde bulunduktan sonra, halk iradesinin tercih ettiği bir ismin "seçilmiş olma" meşruiyet ve kudreti ile Çankaya'ya, şu an yürürlükte olan parlamenter sistemde salt 21 Ekim 2007 Referandum sonuçları ile gerçekleşmiş Cumhurbaşkanını seçme usulü değişikliği ile çıktığını ve Çankaya'ya çıkan bu isim ile, yine sandıktan gelmiş/gelecek olan iktidar/yürütme ve onun başındaki Başbakan arasında kaçınılmaz olarak doğacak iradi çatışma alanlarının Anayasal/Hukuki bir zemin ile düzenlenmemiş olduğunu gözönüne alırsak, Türkiye'yi bekleyen sorunun vahametini teşhis edebiliriz kanaatindeyim.

Recep Tayyip Erdoğan bir fani, başında olduğu siyasi partinin de siyasal bir ömrü var. Benzerleri gibi Erdoğan ve AK Parti'de muvakkaten ülke yönetiminde direksiyon başında. Dolayısıyla uç noktalara varan Erdoğan ve AKP fobisi yüzünden, adına ister başkanlık, ister yarı başkanlık sistemi densin, istenirse bir başka model ve isim söz konusu olmuş olsun, Türkiye'nin "seçilmiş Cumhurbaşkanı" realitesinin dikte ettiği siyasi ve hukuki düzenleme ve değişimleri gerçekleştirmesi daha fazla ötelenemez, ötelenmemeli ve bu değişim içinde öncelikli olan bu konuların sağlıklı bir zeminde tartışılması geciktirilmemelidir.

Umarım Türkiye, Erdoğan'ın çıkışı ile tekrar gündemimize giren bu meselede daha fazla zaman kaybetmez ve 12 Haziran sonrasına dair en büyük beklenti olan yeni ve sivil bir anayasa yapımının da ana omurgasını oluşturması gereken "sistem tartışması"nı, sağlıklı bir zeminde ele almayı, geniş halk kitlelerince ortak bir kanaat ve karara varmayı başarır...