22 Mayıs 2008 Perşembe

Not alıyoruz...

E-Muhtıramız vardı şimdi Y-Muhtıramız da oldu, ne mutlu. Kurumlar üzerinden muhalefet anlayışının iştahını göze alırsak kalan 27 harfin her biri için de bir güzellik düşünüldüğünü düşünebiliriz.

Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun yayınladığı bildiri bana Ağustos 2007'de, Abdullah Gül'ün Türkiye Cumhuriyetinin 11. Cumhurbaşkanı seçilmesi münasebetiyle Adını Koyalım diyerek ifade ettiklerimi hatırlattı. O zaman söylediklerimi hatırlayalım : "Devlet mekanizmasını ve sonuç itibari ile devlet-vatandaş münasebetlerini “iç tehdit” algısı üzerinden tanımlayan bir anlayış kesin bir mağlubiyet ile tasfiye olma sürecine girmiştir, düşen bir kale varsa o halkın mülkiyetinde olan ve halka karşı korunan! bir kaledir ve an itibari ile sahibine iade edilmiştir.

Bu yeni bir dönemdir, Türkiye artık başka bir Türkiye’dir. Bu yeni dönemde korkular üzerinden siyaset yapma ve rant devşirme imkanı bir kısım seçkine verilmeyecektir, devlet dümeninde şu an bulunanlar (AKP) ciddi sürçmeler yaşamazsa Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı uzun vadede hepimiz için son derece eğitici/öğretici olacaktır. Korku siyasetinin, arkasında gizlendiği maskenin düşmesi bizleri sivil/askeri oligarşi - medya - halk ekseninde öncelikle bir yüzleşmeye, ardından kaçınılmaz bir hesaplaşmaya şahit kılacak, sonrasında bu süreç kendi doğal seçilim mekanizmasını devreye sokacaktır.

Uzun vadede bu süreçte Türkiye’nin özgürleşmesi karşısında en güçlü direnç yine dış odaklı olacaktır (Anti-Defamation League’in soykırım çıkışını not edin.), Türkiye’nin dış odaklı bu direnç’e vereceği tepki, bir diğer ifade ile göstereceği diren(iş)ç yaşanacak iç hesaplaşma/yüzleşme süreci ve bunu takip edecek doğal seçilimin başarısı ile doğru orantılı olacaktır."

Bu gün baktığımızda gelinen aşamanın tam olarak Ağustos 2007'de ifade ettiğim aşama olduğunu, sivil/askeri bürokrat oligarşisi ve medya aygıtındaki uzantıları ile millet arasında bir yüzleşme başladığını ve sonraki aşamanın ayaksesleri gelmeye başlayan büyük hesaplaşma aşaması olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu kaçınılmaz bir süreç, bu büyük hesaplaşma gerçekleşmeden Türkiye'de taşların yerine oturması imkansız. Ayakseslerini duyduğumuz bu büyük hesaplaşmanın arifesinde dün yaşanan bir başka gelişme de dikkat çekici. Ergenekon operasyonuna mesafeli yaklaşan ve bu noktada ciddi eleştirilere muhatap olan Hürriyet Gazetesi, dün topa Bu fotoğraf balon çıktı haberiyle girdi. Haber Kavaklıdere garabetinin şahitlerinden Saygı Öztürk imzalı.

"Kavaklıdere garabeti de ne ola?" diyebilecekler için kısa bir hatırlatma. ANAYASA Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün Kavaklıdere Tenis Kulübü önünde takip edildiği ve dinlendiği iddası ile kamuoyuna mal olan hadiseyi kast ediyorum.

Kamuoyuna daha sonra, olay anında eski AK Partili Turhan Çömez, Hürriyet yazarları Fatih Çekirge/Saygı Öztürk ve eski Hürriyet yazarı Emin Çölaşan'ın da orada bulunduğunun yansıdığını da not ediyorum.

Saygı Öztürk söz konusu haberde Veli Küçük ile Danıştay saldırganı Alpaslan Arslan'ı aynı karede gösteren ve Veli Küçük'ün "fotomontaj" dediği ancak öyle olmadığı tenkik inceleme sonucu kesinleşen fotoğraf için : "Veli Küçük ile çekilen fotoğraf Danıştay saldırganı Alpaslan Arslan diye ortaya atılmasına rağmen, bu kişinin halen İsveç’in Stockholm kentinde yaşayan Mehmet isimli Azeri bir gence ait olduğu ortaya çıktı" diyor.

Ortaya çıktı gibi bir ifade görünce adının Mehmet olduğu ifade edilen "Azeri genç ile bir mülakat mı yapılmış yada kendisine ulaşılmış mı?" diye bir meraka kapılıyorsunuz ancak ne gezer. Öztürk'ün bu hükme varmsası için Arslan ve babasının sözleri, Veli Küçük'ün kızı aynı zamanda da avukatı Zenyep Küçük'ün "O kişi Alpaslan Arslan değil, başka birisi" demesi yeterli olmuş.

Not alıyoruz...

Hiç yorum yok: